ŞUARÂ SÛRESİ; 227 ayettir. Mekkî olup son dört ayeti Medine’de inmiştir. 224. Ayette şairlerden şairlerden bahsolunup Kur’anın bir şair eseri olduğunu iddia eden muhalifler reddolunup, bununla beraber şairlerin makbul kısmının da bulunduğu kabul edilir. Bu yön üzerinde durularak sûreye Şuara adı verilmiştir. Hz. Peygamberi takviye için Hz. Mûsa, Hz. İbrahim, Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. Lût, Hz. Şuayb (aleyhimüs selam) gibi peygamberlerin tebliğleri nakledilir. Bunlar A’raf sûresinde daha tafsilatlı geçen kıssalardır. Yalnız orada tarihi sıraya göre anılırlarken burada hikmet ve ibret icabı sıra değiştirilir. Böylece Kur’anın, bazen kasden tarihi gaye değil, dini gaye gözettiğine dikkat çekmiş olur.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Tâ Sîn Mîm
2 – Şunlar gerçekleri açıklayan Kitabın ayetleridir. Mübin: Açık, gerçekleri açıklayan, Allahdan geldiği âşikâr ve kesin, hak ile batılı kesin olarak birbirinden ayıran anlamına gelir.
3 – Onlar iman etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yeyip tüketeceksin. (35,8; 18,6)
4 – Eğer dileseydik onlara gökten öyle bir mûcize indirirdik ki, onun karşısında ister istemez boyun bükerlerdi. Allah dileseydi inkâr edenlerin, imana girmelerini gerektirecek mucizeler gösterirdi. Fakat Onun hikmeti, insana verdiği akıl, irade gibi kabiliyetlere göre insanlık şahsiyetine yaraşan bir hürriyet vermeyi dilemiştir. Allah insanın, gerek tekvini kainat kitabına, gerek tenzili kitabına yerleştirdiği ayetleri inceleyerek hidayeti kabul etmesini beklemektedir. İnsan bu imtihan dünyasında gerçeğe yönelmekle gelişme ve yükselme imkânı bulmaktadır.
5 – Fakat biz bunu istemedik. O sebeple, ne zaman onlara Rahman’dan yeni bir mesaj gelse, mutlaka ona arkalarını dönüp uzaklaşırlar. (12,103; 36,30; 23,44)
6 – Nitekim işte bu mesajı da yalan saydılar, ama alay edip durdukları Kur’anın bildirdi olaylar, yakında başlarına gelince, alay etmenin ne demek olduğunu anlayacaklardır.
7 – Peki bunlar yeryüzüne, orada her güzel çiftten nice nebatlar yetiştirdiğimize hiç bakmıyorlar mı? Aynı su ile sulanan, aynı toprakta binlerce çeşit ürünün yetişmesine dikkat edip, tesadüfe en ufak bir yer olmadığını bilmek gerekir.
8 – Elbette burada alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
9 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir:mutlak Galibdir, geniş mağfiret sahibidir.(10,74)
10-11 – Bir vakit de Rabbin Musa’ya “Haydi git O zulme batmış olan topluma, yani firavunun halkına. Onlar küfür ve isyandan hâla mı sakınmayacaklar?(20,47) Hz. Musa (a.s) ın durumu Hz. Muhammed (a.s) ın durumundan daha çetin idi. Zira o Firavunun köleleştirdiği bir millete mensup idi. Hz. Musa Firavunun sarayında büyütülmüştü. Dünyanın en güçlü bir hükümdarını hakka davet etmekle görevli idi. Hz. Peygamber ise muhataplarına göre eşit konumda olup, Kureyş’in dünyevi güçleri, Firavun sultanlığı ile kıyas bile edilemezdi. İşte bu kıssa ile Kur’an kureyş’e ve herkese şu dersi vermek istiyor: “O zor şartlarda bile hak din galip geldi. Mekke kâfirlerinin bu daveti engellemesi mümkün değildir.”
12-13 – “Ya Rabbi, dedi, kokarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun’a da risalet ver.” (28,34; 20,29)
14 – Hem sonra onların benim üstümde bir hakları da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden endişe ediyorum.
15 – “Hayır!” buyurdu, Benim ayetlerimle gidin,Biz de sizinle beraberiz, olup bitenleri işitiriz. (28,35; 20,46)
16-17 – Gidin O Firavun’a Biz Rabbülalemin tarafından sana gönderilen elçiyiz, Ondan sana mesaj getirdik: “İsrailoğullarını serbest bırakacaksın, bizimle gelecekler!” (20,46) Hz. Musa ile Harun’un başlıca iki görevleri vardı. 1- Firavun’u ve halkını bir Allah’a kulluğa çağırmak. 2- İsrailoğullarını, Firavun’un esaretinden kurtarmak. Kur’an bazen her ikisinden (Naziat sûresinde) bazen birinden bahseder.
18 – “A! dedi, Sen şu bebekken alıp yanımızda büyüttüğümüz çocuk değil misin? Sonra da bizim sarayımızda senelerce kalmış, ömrünün bir kısmını bizimle geçirmiştin?”
19 – “Sonunda da bildiğin o işi yapmıştın. Sen doğrusu nankörün tekisin!”
20 – “Ben, dedi, yanlışlıkla, sonunda ne olacağını bilmeksizin, şaşkın bir vaziyette o işi yapmıştım.”
21 – “Sizden korktuğum için de kaçmıştım. Ama Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberler arasına dahil etti.” (28,21; 6,89; 45,16)
22 – “O başıma kaktığın iyilik ise, israiloğullarını köleleştirmenin bir sonucu değil miydi?”
23 – Firavun: “sahi,şu bahsettiğin rabbulalemin de ne?” Dedi. (28,38; 43,51-52) Firavun, Rabbulaleminin mahiyetini soruyor. Bir şeyin mahiyeti ise, benzerleri ile ortak olduğu genel gerçektir. “Onun türü veya cinsi nedir?” diye sormuş oluyor. Allah Tealanın benzeri olmadığından Hz. Musa (a.s) cevabında üslub-i hakim tarzını seçip, yalnız, Rabbulalemin in ismini kavram manasıyla düşündürmek üzere, alemini tefsir ederek “göklerin ve yerin Rabbi” diyor.
24 – “Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim: O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir.”
25 – Firavun alaycı bir şekilde çevresindekilere: “Bu adamın dediklerini işittiniz değil mi? Kendine kalsa, cevap veriyor.”
26 – Musa onu hiç duymamış gibi sözüne devam ederek: “O sizin de, sizden önceki babalarınızın da Rabbidir.”
27 – Firavun: “Dikkat edin: size gönderilen bu elçi kesinlikle bir deli!”
28 – Musa: “O Doğunun da, Batının da, Doğu ile Batı arasındaki her şeyin de Rabbidir. Aklınız varsa bunu anlarsınız.” (2,258)
29 – Firavun, Musa’ya cevaben: “Eğer benden başka Tanrı kabul edersen mutlaka seni zindanlık ederim!” dedi. (7,127; 79,24; 28,38)
30 – “Ya, dedi, sana doğruluğumu ispatlayan âşikâr bir delil, getirmiş olsam da mı?”
31 – “Haydi, dedi, doğru söylüyorsan, göster o belgeni de görelim!”
32 – Bunun üzerine Musa asâsını yere attı, bir de ne görsünler: Her haliyle tam bir ejderha oluvermiş! (27,12; 28,32)
33 – Bir de elini koynundan çıkardı ki bakanların gözlerini kamaştıracak kadar parlak mı parlak!
34 – Firavun etrafındakilere: “Bu adam galiba mahir bir sihirbaz!”
35 – “Büyü gücü ile sizi yerinizden yurdumuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz, görüşünüzü bildirin!” (7,110)
36-37 – “Bunu ve kardeşini, dediler, biraz burada beklet, bütün şehirlere haber gönder, sonra ne kadar mahir sihirbaz varsa alıp gelsinler!
38 – Böylece belirlenen günde bütün usta sihirbazlar toplandı.
39-40 – Halka da: “Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza!” “Umarız büyücüler galip gelirler de bizde onların dinlerine tabi oluruz!” denildi. Bu büyücüler, büyünün önemli bir rol oynadığı Amon kültürünün resmi rahipleriydiler. Dolayısıyla, onların Hz. Mûsa’ya galebe çalmaları devlet dininin halkın gözünde önemini pekiştirecekti. Onların ana gayeleri Musa’ya tabi olmama idi. Yoksa gerçekte büyücülerin dinlerine de tabi olma gayeleri yoktu. Büyücülere moral vermek için ve onları tam gayrete getirmek için “haydi görelim sizi! galip gelin de biz de sizin dininize girelim” diye teşci ediyorlardı. Kinaye kabilinden sözü söylemişlerdi.
41 – Büyücüler Firavunun huzuruna varınca ona: “Biz galip gelirsek elbet bize büyük bir ödül verilir herhalde!” dediler.
42 – “Evet, evet! dedi, Üstelik, sizi yakın çevreme alacağım, benim gözdelerimden olacaksınız.”
43 – Yarışma başlayınca Mûsa: “Önce siz marifetinizi ortaya koyun, ne atacaksanız atın!” dedi.
44 – İplerini ve asâlarını yere attılar ve “Firavunun izzetine yemin ederiz ki galip gelen biz olacağız”, dediler.
45 – Derken Musa da asâsını yere attı; bir de ne görsünler: O, büyücülerin göz boyayarak uydurup ortaya koydukları şeyleri yutuveriyor!
46 – Bunu gören sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47-48 – “Rabbülalemine, Musa ile Harun’un Rabbine biz de iman ettik” dediler. (17,81; 21,18; 20,65-66; 7,116-122)
49 – Firavun: “Demek ben size izin vermeden ona inandınız ha! Anlaşıldı:Size büyüyü öğretmiş olan Ustanız oymuş! Size yapacağımı da yakında öğreneceksiniz. Farklı yönlerden olmak üzere el ve ayaklarınızı kesecek ve hepinizi asacağım!”
50 – “Hiç önemi yok, dediler” biz zaten Rabbimize döneceğiz.!”
51 – “İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki Rabbimiz günahlarımızı affeder.”
52 – Musa’ya da: “Mümin kullarımı geceden yola çıkar; zira siz mutlaka takip edileceksiniz!” diye vahyettik.
53 – Firavun ise onları takip etmek gayesiyle, bütün şehirlere asker toplamak üzere görevliler çıkardı.
54 – “Esasen bunlar, dedi, çok küçük, sefil bir gruptur.”
55 – “Fakat bize karşı kızgın olup diş bilemektedirler.
56 – Biz de elbette uyanık, tedbirli bir topluluğuz” diyordu.
57-58 – Ama neticede Biz onları bahçelerinden ve pınarlarından, hazinelerinden, servetlerinden ve kendilerince çok değerli makam ve mevkilerinden çıkardık.
59 – Bu olay böylece tamamlandı. Bahsedilen bütün o nimetlere israiloğullarını mirasçı yaptık. (7,137; 28,5) Bu ara cümle 7, 137’de atıfta bulunulan, İsrailoğullarının Mısır’daki sefalet günlerinden sonra Filistin’de kavuşacakları bolluk ve ikbal günlerine işaret etmektedir.
60 – (Takip kıssasına dönelim) Güneş doğup ortalığı aydınlatırken Firavun’un ordusu onları takibe koyuldu. (44,24)
61 – İki topluluk birbirini görecek kadar yaklaşınca Musa’nın arkadaşları: “Eyvah! yetiştiler bize!” dediler.
62 – “Hayır, asla!, dedi, Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolunu gösterecektir.”
63 – Biz Musa’ya: “Asanı denize vur!” diye vahyettik. Vurur vurmaz deniz yarıldı, öyle ki birer koridor gibi açılan her yolun iki yanında sular büyük dağlar gibi yükseldi.
64-66 – Ötekileri (Firavunun ordusunu da) oraya yaklaştırdık. Musa’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık. Öbürlerini ise suda boğduk.
67 – Elbette bunda alınacak ibret vardır, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
68 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir: Mutlak galipdir, geniş merhamet sahibidir.
69 – Onlara İbrahim’in başından geçenleri de anlat.
70 – Günün birinde o babasına ve halkına hitaben: “Söyler misiniz siz neye ibadet ediyorsunuz?”dedi.
71 – Onlar da: “Bize ait putlara ibadet ediyoruz.” dediler ve ilave ettiler: “Onlara tapmaya da devam edeceğiz!”
72-73 – “Peki onlar, dedi, siz kendilerine dua ettiğinizde sizi işitiyorlar mı? Yahut taptığınızda size fayda veya tapmadığınızda size zarar verebiliyorlar mı?
74 – “Yook! Dediler, ama atalarımızı böyle bir uygulama içinde bulduk, biz de onu benimsedik”
75-76 – İbrahim: “Peki, gerek sizin, gerek, gelip geçmiş babalarınızın taptığınız şeyler hakkında biraz olsun düşünmediniz mi?
77 – Bilin ki bütün o ibadet ettiniz tanrılar, Rabbülalemin hariç, hepsi benim düşmanlarımdır. (10,71;11,54-56;6,81;43,26) Kur’anın Hz. İbrahim(a.s) ın tevhid inancına fazla yer vermesinin hikmeti şudur: Araplar, Hz. İbrahim’in dinine mensup olmakla öğünüyorlardı. Öte yandan yahudi ve hıristiyanlar da onun, dinlerinin öncüsü olduğunu ileri sürüyorlardı. Kur’an bütün onlara şunu vurgulamak istiyordu ki: Hz. İbrahim’in dini, şimdi Hz. Muhammed (a.s)ın size bildirdiği İslam dinidir. O bu inanç içindir ki ailesini, vatanını ve milletini terkedip gâh Filistinde, gâh Hicaz’da gâh Mısır’da sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır.
78 – O’dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve manen yol gösteren.
79 – O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren.
80 – Hastalandığımda O’dur bana şifa veren.
81 – O’dur beni öldürecek ve sonra diriltecek olan. Allah insanı yaratıp kendi haline bırakmamıştır. Onun vücudunu devamlı surette geliştirme, her türlü ihtiyaçlarını karşılama, ona zarar verecek binlerce tehlikelerden koruma işlerini de uhdesine almıştır. Yüce Yaratıcı bunu öyle bir sisteme bağlamıştır ki insanın bu kadar ilerleyen bilgi ve tecrübeleri, güzelce farketmekle beraber layıkıyla kavrayamamaktadır.
82 – Büyük hesap günü günahlarımı bağışlayacağını umduğum Ulu Rabbim de yine O’dur(4,48)
83 – Ya Rabbi, bana hikmet ver ve beni salihler arasına dahil eyle!(26,21;2,130)
84 – Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasib eyle bana. (37,108; 2,129)
85 – Naim cennetlerine varis olanlardan eyle ya Rabbi. (23,10)
86 – Babamı da affet, ona tevbe ve iman nasib et, Zira o yolunu şaşıranlar arasında.(19,47; 9,114; 60,4)
87 – İnsanların diriltilip bir araya toplandığı mahşer günü rüsvay eyleme beni ya Rabbi.
88 – O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. (6,94; 23,101; 18,46)
89 – O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah’a teslim ettiği selim bir gönül olur.
90 – O gün cennet müttakilere yaklaştırılır. (15.45)
91 – O güm cehennem azgınlara gösterilir. (21,98)
92-93 – Ve onlara: “Nerede o, Allah’tan başka taptıklarınız? Size yardım edebiliyorlar mı, kendilerini olsun kurtarabiliyorlar mı?” denilir.
94-95 – Arkasında onlar da, o azgınlar da ve topyekün iblis ordusu da cehenneme fırlatılır.
96-102 – Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler: Vallahi de, tallahi de biz besbelli sapıklık içinde imişiz! Çünkü biz sizi Rabbülalemin ile bir tutuyorduk. Ama saptıranlar da, o mücrimler oldu. Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan dostumuz! Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” (36,56; 40,47; 7,53; 38,64) Siyaktan iyice anlaşıldığı üzere ayet, kâfirler lehindeki şefaati reddetmektedir. Yoksa müminler hakkındaki şefaati inkâr edenlerin bu ayeti ileri sürmeleri geçersizdir.
103 – Elbette bunda alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
104 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir, mutlak Galiptir, geniş merhamet sahibidir.
105 – Nûh’un halkı da gönderilen resûlleri yalancı saydı.
106 – Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişi. Hâla inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?
107 – Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
108 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
109 – Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemîndir.
110 – Haydi öyleyse, Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
111 – “A!, dediler, seni izleyenlerin, toplumun en aşağı tabakasından olduklarını göre göre sana inanmamızı nasıl beklersin?” (6,52-53; 80,5-12)
112-113 – Nûh: “Onların daha önce, ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Sizin azıcık şuurunuz olsaydı bilirdiniz ki onların hesabı ancak Rabbime aittir.
114-115 – “Ben iman edenleri asla kovamam. Ben sadece açıkça, uyaran bir elçiyim.”
116 – “Nûh! bizi dinle!, dediler, eğer bu dâvadan vazgeçmezsen, mutlaka taşa tutulacaksın! Mercûm’un iki anlamı olabilir: 1-Taşlanmış, recm edilmiş. 2-Her taraftan azarlanmış, lanetlenmiş. Burada her iki mana da geçerlidir.
117-118 – “Ya Rabbi, dedi, halkım beni yalancı saydı. Artık benimle onlar arasındaki hükmünü sen ver, beni ve beraberimdeki müminleri halas eyle ya Rabbi!” (54,10-14)
119 – Hulasa biz de onu ve yanındakileri o yükle dolu gemi içinde kurtardık.
120 – Arkasından geride kalanları da suda boğduk.
121 – Elbette bunda alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
122 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir; mutlak Galiptir, geniş merhamet sahibidir.
123 – Âd halkı da resûlleri yalancı saydılar.
124-127 – Kardeşleri Hûd onlara şöyle dedi: Hâla inkâr ve isyanlardan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. (25,4-5; 16,24)
128-130 – Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alamet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız? O muazzam yapıları Dünyada ebedi kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz? “Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız?” (89,6-7; 53,50; 41,15; 46,25; 69,7) Hz. Hud o binaların sadece plan, sayı ve ihtişamlarına değil, aynı zamanda bu israflı yapıların o milletin ahlak, kültür ve medeniyeti üzerindeki yakın etkilerine de itiraz etmiş oluyordu.
131-135 – Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size evcil hayvan ve evlatlar lütfeden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
136-138 – “Sen, dediler, ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir. Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen adetlerinden başka bir şey değildir. Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz. (11,53)
139 – Neticede onu yalancı saydılar, bizde onları imha ettik. Elbette bunda, alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
140 – Ama senin Rabbin mutlak Galibdir, geniş merhamet sahibidir. (7,73; 11,61-68; 15,80; 27,45)
141 – Semud halkı da resûlleri yalancı saydı.
142-145 – Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “Hâla inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Bu hizmetten dolayı sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir.
146 – Siz burada, konfor ve güven içinde kendi rahatınıza bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?
147-148 – Bağlarda, bahçelerde, pınarların başında, ekinler, bostanlar, dalları kırılacak derecede yüklü salkımları sarkan hurmalıklar içinde devamlı kalacağınızı mı sanıyorsunuz? Hicazın kuzeyinde Medine ile Tebük civarında Hicr dağının batı yamaçlarında Semudluların kayalara oydukları mesken ve mezarlara dikkat çekilmektedir. Bu yapılar, yüksek bir uygunluk ve dünyevi kudrete işaret eden ince bir zevk ve büyük emek ürünüdürler. Kalıntıları bugün de görülebilir durumda olan bir takım hayvan figürleri ve kitabelerle süslü bu yapılar Arap dilinde Medayin Salih diye adlandırılır.
149 – Böyle düşündüğünüz için mi dağlarda ince bir sanat eseri lüks villalar yontuyorsunuz?
150-152 – Artık Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiçbir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.
153-154 – “Sen, dediler, bir sihirin etkisine kapılmışlardan birisin. Hem bize hiç bir üstünlüğün yok, bizim gibi bir insansın. Yok eğer böyle değilsen, iddianda doğru isen mûcize göster bize!
155-156 – Salih: “İşte mûcize, şu dişi deve! Nöbetleşe olarak, kuyudan bir onun içme sırası, belirli günde de sizin içme sıranız olsun. Sakın ona fenalık dokundurayım demeyin, yoksa sizi müthiş bir günün azabı çarpıverir.”
157 – Derken deveyi boğazladılar, ama çok geçmeden yaptıklarına pişman oldular.
158 – Çünkü bildirilen o azap onları çarpıverdi. Elbette bundan alınacak ibret vardı. Ama onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. Semud halkından günümüze ulaşan kalıntılar vardır. Hicr denilen bölgede (Medine ile Tebük arasında) yer alan bu kalıntılar arasında bir de kuyu vardır. Bu kuyu Osmanlı devletinden kalan bir askeri karakol içinde olup, Hz. Salih’in mûcizevi devesinin su içtiği kuyu olduğu bildirilmektedir. Harabelerden müthiş zelzelenin 500*200 km. çapında bir kısmı etkilediği anlaşılmaktadır. (Tefhim) Hicr’deki kalıntıların benzerleri Ürdünde Petra bölgesinde de vardır. Bazı şarkiyatçılar Kur’an hakkında şüphe uyandırmak için Hicr’deki binaların Semud’a değil, Nabatlılara ait olduğunu iddia ederler. Halbuki Nabatlılar, Semud halkından öğrenip bu san’atı mükemmel duruma ulaştırmış olabilirler.
159 – Ama senin Rabbin Aziz ve Hakimdir; mutlak Galiptir, geniş merhamet sahibidir.
160 – Lût halkı da resûlleri yalancı saydı.
161-164 – Kardeşleri Lût onlara şöyle dedi: “Hâla inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız.? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. (7,80-84; 11,74-83; 15,57-77; 29,28-35)
165-166 – “Neden siz bütün insanlardan sadece erkeklere şehvetle varıyorsunuz? Neden Rabbinizin sizin için yaptığı eşlerinizi bırakıp da bu işi yapıyorsunuz? Siz hakikaten iyice azmış bir toplumsunuz.”
167 – “Bizi dinle Lût!, dediler, bu söylediklerine son vermezsen mutlaka yurt dışına sürüleceksin. (7,82)
168-169 – “Ben, dedi, sizin yaptığınız bu işten nefret ediyor ve kınıyorum.” “Beni ve bana tabi olanları, onların yaptıkları kötülüğün cezasından ve onların her türlü şerrinden Sen kurtar ya Rabbi!”
170 – Biz de onu ve ona uyanları tamamen kurtardık.
171 – Yalnız bir koca karı geride kalıp helâk edilenler arasında oldu.
172 – Sonra geridekileri hep imhâ ettik. Lût halkının başına inen azap Tevrat’ta ve antik dönemden kalan eserlerde de yer alır. Ayrıca bazı tarihi ve arkeolojik araştırmalar da da olayı tesbit etmektedir. Olay Lût Gölü (Ölü Deniz) civarında, M.Ö. yaklaşık 1900 sıralarında vaki olmuştur. Bu vadide Lût kavminin yaşadığı Sodom şehrinin yanı sıra Gomore, Adma, Zebuyem kentleri de vardı.
173 – Üzerlerine öyle helak eden bir yağmur yağdırdık ki sorma! Uyarılanların başına yağan musibet ne fena idi.
174 – Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
175 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir: mutlak Galiptir, geniş merhamet sahibidir.
176 – Eyke halkı da resûlleri yalancı saydı. Eyke İle Medyen bazı müfessirlere göre aynı, bazılarına göre ise iki ayrı kavim idi. Muhtemelen bunlar aynı ırkın iki kolu idiler. Hz. İbrahim’in oğlu Medyen’e nisbet edilen bu halk Hicaz’ın kuzeyinden itibaren Filistin’in güneyine kadar çeşitli yerleşim merkezleri kurmuşlardı.
177-180 – Şuayb onlara şöyle dedi: Hâla inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülalemindir.”
181 – Ölçeği, tam ölçün de eksik ölçüp hak yiyenlerden olmayın.
182-183 – Doğru terazi ile tartın, halkın hakkından bir şey kısmayın. Ülkede bozgunculuk yaparak nizamı bozmayın.
184 – “Sizi de sizden önceki nesilleri de yaratan Rabbinize karşı gelmekten sakının.”
185 – “Sen, dediler, bir sihirin etkisine kapılmışsın.
186 – Bize hiçbir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi insansın. Doğrusu, biz seni yalancılardan sanıyoruz.
187 – Eğer peygamberlik iddiasında doğru isen haydi gökten üstümüze bir parça düşür, azap indir üstümüze. (17,92; 8,32)
188 – Şuayb: “Rabbim sizin yaptıklarınızı çok iyi biliyor.” (7,88; 11,87)
189 – Yine de onu yalancı saydılar. Bunun üzerine o gölge gününün azabı onları çarpıverdi. Gerçekten o müthiş bir günün azabı idi.
190 – Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
191 – Ama senin Rabbin Aziz ve Rahimdir. Mutlak Galibdir, geniş rahmet sahibidir.
192 – Elbette bu Kur’an Rabbülaleminin indirdiği bir kitaptır.
193-195 – Onu Rûhu’l-emin uyaran nebilerden olman için,senin kalbine açık ve vazih bir Arapça ile indirmiştir. (2,97)
196 – Bu Kur’ ana, elbette öncekilerin kitaplarında da işaret edilmişti. (7,157) Maksad şudur: “Bu zikir, bu vahiy ve bu ilahi emirler, daha önce gönderilmiş ilahi kitaplarda da vardır. Bunların hiç biri ilk olarak Kur’ anda yer almış değildir.
197 – İsrailoğullarından bilginlerin onu bilmeleri, onlar için bir delil değil midir?
198 – Eğer biz Kur’ anı arap olmayanlardan birine indirseydik de.
199 – Onu kendilerine okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. (15,14-15; 10,96-97) Hz. Peygamberlerin karşılaştığı inatçı inkârın bir şekli de şu idi: “Onun getirdiği mesaj Arapça. Kendisi de arap olduğu için bunu kedisinin hazırladığı söylenebilir. Şayet kendisinin de, bizim de bilmediğimiz bir dilden olsaydı ona inanabilirdik.” Oysa Allah onların dediği gibi yapsaydı, bu sefer şöyle diyeceklerdi. “Bu yabancıyı cin tutmuş! Başka izahı yok!” Allah Teala onlara cevaben kolaylıkla anlamaları için kendi dillerinde gönderildiğini bildirmiştir. (44,58) Fakat onlar bunu anlamazlıktan gelmişlerdir. Aslında Arapça dışında bir dil ile gönderilseydi, yine onlar: “Şu tuhaflığa bakın: Arap milletinden bir Resûl gönderilmiş, ama ona öyle bir mesaj verilmiş ki ne kendisi anlıyor ne de halkı!” (Krş. 41,44) Allah onların çaresizlik içindeki son bahanelerini, daha doğrusu sayıklamalarını da cevaplandırmıştır. Vahyi gökten kağıtlar halinde indirsek, onlar da eleriyle tutsalar dahi bu sefer de: “Bu bir büyüden ibaret, gerçek olamaz!” derlerdi.(6,7)
200-201 – İşte aynen bunun gibi, Biz o yalanlamayı o mücrimlerin kalplerine öyle bir soktuk ki, o can yakıcı azaba girmedikçe ona iman etmezler.
202 – İşte bu azap, kendilerine ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar.
203 – İşte o zaman: “Acaba, bize, azıcık olsun, bir mühlet verilir mi” derler. (14,44; 40,84-85)
204 – Hâla, onlar Bizim azabımızın çarçabuk gelmesini mi istiyorlar. (29,29-53)
205-207 – Ne dersin: Onları yıllarca yaşatsak da, sonra kendilerini tehdit edildikleri o azap başlarına gelse, onca seneler yaşayıp zevklenmeleri kendilerini kurtarabilir mi? (2,96; 92,11)
208 – Biz hiçbir ülkeyi, uyarıcıları gelmeden imha etmedik. (17,15; 28,59)
209 – Öğüt ve hatırlatmada bulunulmuştur. Biz hiçbir zaman zalim olmadık.
210 – Kur’anı asla şeytanlar indirmiş değildir.
211 – Bu, onların yapacağı iş değildir! Hem isterseler de buna güçleri yetmez!
212 – Çünkü onlar vahyi işitmekten kesinlikle menedilmişlerdir. (72,8-10)
213 – Öyleyse sakın, Allah ile beraber başka tanrıya yalvarma, sonra azaba maruz kalanlardan olursun. (36,6; 6,92; 51,19-97; 11,17)
214 – Önce en yakın akrabalarını uyar. Bu emir, İslamın bir prensibini ortaya koymaktadır: “Peygamber ve ailesi için hiç bir ayrıcalık yoktur. Hatta yükümlülükler önce onlardan başlamaktadır: Zekat diğer müslümanlara düşerken, peygamber ailesine haramdır. İlk kıldırılan faiz, Hz. Peygamberin amcası Abbas(r.a)ın ki olmuştur. Faraza suç işlemeleri halinde Peygamber hanımlarının cezası iki misli olarak belirlenmiştir. (33,30)
215 – Sana tabi olan müminlere kol kanat ger.
216 – Bununla beraber akrabalarından sana isyan edenlere “Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim” de.
217 – Sen o Aziz-u Rahime, o mutlak Galib ve geniş rahmet sahibine güvenip dayan.
218-220 – Sen yolunda kaim olurken, namaza dururken de, O seni elbette görüyor. Çünkü her şeyi hakkıyle işiten, hakkıyle bilen O’ dur. (5,67; 52,48)
221 – (Şeytanlardan bahsediyorlar) şeytanların asıl kime indiğini bildireyim mi?
222 – Onlar yalan ve iftiraya, günaha düşkün kimselere inerler.
223 – Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar. Yalancı, iftiracı kahinler, bilgileri noksan olduğundan, onlardan birtakım vehimler, emareler öğrenirler, sonra hayalhanelerinden gerçeğe uymayan hurafeler çıkarırlar, uydurdukları yalanları söylerler. Hadis-i Şerifte : “Cinni, gayb aleminden bir kelime kapar, sonra onu insanlardan olan dostunun kulağına koyar, o da yüz yalan ilave ederek ona söyler .” bildirilmiştir. (ES) Yulkune’ nin faili, yani “dinleme işini yapanlar şeytanlar” da olabilir. Yani onlar mele-i a’lâya kulak vermeye çalışırlar.
224 – Şairler varya, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer.
225-226 – Görmez misin onlar her vadide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler. (36,69; 69,41)
227 – Ancak iman edip, güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme maruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna. Zalimler de nasıl bir inkılab ile devrileceklerini, nereye dönüp kalacaklarını yakında öğrenirler. (40,52) Cahiliye dönemi arap şirinde şehvet, intikam, ırkçılık gibi duygular hakim olup fazilet temaları az yer alırdı. Onun için Hz. Peygamber, genellikle şiir karşısında olumsuz bir tavır takınmıştır. Fakat bu arada bazen şiir dinlemiş, bir keresinde: “Bazı şiirler hikmet doludur” buyurmuştur. Ümeyye b. Ebi’s-Satt hakkında: “Şiiri iman etti, ama kendisi kâfirdir” demiştir. Bu olumlu tavır 227. Ayetin istisnasının tefsiri kabilindedir. Bu ayet: 1- İman, 2- makbul işler işleme, 3- Allah’ı sık sık hatırlama, 4- Şahsi hislerle hareket etmeyip kamunun haklarını savunma şartı ile şiiri mübah kılmıştır. Bu itibarla Hz. Peygamber Kâb b. Mâlik, Hassan b. Sâbit gibi şairleri övmüştür.