NUR SÛRESİ; 64 ayet olup Medine devrinde indiğinde ittifak vardır. Hicretin 6. yılında ve Ahzab sûresinden birkaç ay sonra nazil olmuştur. Sûre adını, Nur ayeti denilen 35. ayetinden almaktadır. Nur suresi toplum ve özellikle aile ile ilgili prensipler getirmiştir. Zinanın haram olup zinakârların cezası, iffetli kadın ve erkeklere zina isnad etmenin cezası, kendi eşine zina isnad etmenin hükmü, Hz. Aişenin kendisine yapılan iftiradan berî olması, evlere girerken izin isteme, kadın erkek ilişkileri, kadınların örtünmeleri, mahremler, evliliğe teşvik, Allahın hidayeti, bazı tevhid delilleri, ev içinde aile fertleri ile ilgili âdap, bütün toplumu ilgilendiren durumlarda müminlerin sorumlulukları… Bu konuların başlıcalarını oluşturur. Daha önceki sûreler, müslümanlara ümit verirken bu sûre İslam nûrunun ne şarka, ne garba mensup olmayan evrensel bir nûr olup dünyanın her tarafına yayılacağını (ayet: 55) müjdelemektedir.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Bu, indirdiğimiz ve uygulanmasını gerekli kıldığımız bir sûredir. İyice belleyip dersinizi alırsınız diye onun içinde açık seçik ayetler indirdik.
2 – İmdi, zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Eğer Allaha ve ahirete iman ediyorsanız, Allahın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin. Hem onların bu cezalandırılmalarında müminlerden bir cemaat da bulunup şahid olsun. İslam hukukuna göre, bu ceza, bekârlara ait olup, evli zinakârlara recm uygulanır. Değnek diye çevirilen celde, cildden gelip cilde tesir eden, ete geçmeyecek şekilde vurmadır. Kürk, palto gibi kaba elbiseler çıkarılır, fakat gömlek gibi giyecekler çıkarılmaz. Cezanın uygulanması, esnasında en az dört kişi bulunmalıdır.
3 – Zinakâr, ancak bir fahişe veya putperest bir kadınla evlenmek ister. Fahişeyi de ancak bir zinakâr veya putperest nikâhlamak ister. Böyle bir evlilik müminlere haram kılınmıştır. [24,26-32; 2,221; 4,25; 5,5] Burada: Müşrikler, zinayı mübah sayıp hafife alanlar ve bir de böyle olmayanlar diye üç kısım vardır. Birinci kısımla evlenmek haramdır. Haramlığı kesin zinayı helal sayıp hafife alanların, yaptıkları bu iş küfür olduğundan onlar da müşrik sayılırlar, kendileri ile evlenme caiz olmaz. Zinası sabit olan fakat bunu mübah saymayan bir kadını, bir mümin nikâhlarsa, nikâh geçerli olur. Fakat tahrimen mekruhtur. Bu üçüncü kısımda, farklı içtihadlar vardır. Bazılarına göre ayet, yasaklamayıp sadece toplumdaki bir durumu bildirmektedir. Bazılarına göre ise, nikâhlanma yasaktır.
4 – İffetli kadınlara zina isnad edip de buna dair dört şahid getiremeyen herkese seksen değnek vurun ve bundan böyle, onların şahitliklerini artık ebediyyen kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fasıkların ta kendileridir. İslam hukukunda “kazf” denilen bir iftirayı yasaklamanın hikmeti insanları, başkalarının cinsel ilişkileri ile ilgili dedikodulardan engellemek, toplumun ve fertlerin haysiyet ve şerefini korumaktır. Bu dedikodulardan en fazla zarar gören kadınları böylesine koruyan, başka hiç bir sistem mevcut değildir. Böylesi gerçek veya gerçek olmayan, ama ilgi çeken haberlerle bir yandan insanlar karalanmakta, öbür yandan insanlar cinsel yönden tahrik edilmekte, fuhuş ve ahlaksızlık yayılmaktadır. İslam hidayetinden uzak medyanın maalesef en fazla yer ayırdığı bu konular, bütün toplumlarda büyük bir gayret ve ihtimam beklemektedir.
5 – Ama bu iftira suçundan sonra tevbe edip halini düzeltenler bu fasıklık damgasından kurtulurlar. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir.
6-7 – Kendi eşlerini zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında şahit bulamayan kocalar ise, kendilerinin doğru söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin eder, şahitlik eder, beşinci kere ise, yalancı olması halinde, Allah’ın lânetinin kendi üzerine gelmesini ister.
8-9 – Hanımının ise, kocasının bu suçlamasında yalancı olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide ise kocasının doğru söylemesi halinde, Allahın gazabının kendi üzerine çökmesini dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır.
10 – Allahın sizin hakkınızda lütuf ve merhameti olmasaydı, eğer O Allah, tevbeleri kabul buyuran, yaptığı her iş, verdiği her hüküm hikmetli olan bir zat olmasaydı, müstahak olduğunuz bütün cezaları hemen verir sizi perişan ederdi.
11 – O İftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur. Siz o iftirayı kendi hakkınızda fena bir şey sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır. O iftiracılara gelince, onlardan her birinin kazan-dığı günah nispetinde cezası vardır. Bu yaygaranın elebaşılığını yapan şahsa ise cezanın en büyüğü vardır. Beni Mustalık gazvesinde Hz. Peygambere (a.s) Hz. Aişe refakat etti. Dönüşte Medine yakınında ordu konakladı. Hareket edileceği sırada Hz. Aişe (r.a) tabii ihtiyaç için kafileden geride bulunuyordu. Deve üzerindeki hevdeç içinde taşınıp kendisi de zayıf olduğundan, farkına varılmayıp kafile hareket etmiş, Hz. Aişe ihtiyaçtan sonra kolyesini düşürdüğünü farkedince onu ararken kafileyi kaçırmış, geldiğinde, sadece hareket sonrası kontrolü ile görevli Safvan kalmıştı. Devesine Hz. Aişeyi bindirip kendisi yaya Medineye döndüler. Münafıkların başı İbn Übey yaygara çıkarıp namus iftirası attı. Dedikodu yayıldı. Herkesten sonra dedikoduyu işiten Hz. Aişe şoke oldu. Hz. Peygamberden izin isteyip babasının evine döndü. Hastalandı, dünya başına zindan oldu. Tam bir ay kadar sonra bu ayetler vahyedilip Allah tarafından masumluğu, kıyamete kadar okunacak şekilde ebediyyen tescil edildi.
12 – Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip “hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!” demeniz gerekmez miydi? Kur’an, böylesi durumlarda müminlerin, birbirlerine sahip çıkmalarını, hüsnüzannın esas olduğunu etkili bir üslupla istemektedir. Asrı saadette bunun bol ve güzel örnekleri bulunmakla beraber, maalesef çok az da olsa yaygaraya kapılanlar olmuştur.
13 – O iftiracılar dört şahit getirselerdi ya! Şahitlerini getirmediklerine göre, onlar Allah katında yalan-cıların ta kendileri olarak tescil edileceklerdir.
14 – Hem dünyada, hem de ahirette Allahın lütuf ve merhameti sizinle olmasaydı, daldığınız bu yayga-radan dolayı mutlaka başınıza müthiş bir ceza gelirdi.
15 – O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allahın nazarında pek büyük bir vebaldi!
16 – Nasıl oldu da onu işitir işitmez: “Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, bize yakışmaz böyle şeyler. Hâşa! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır” demediniz!
17 – Eğer mümin iseniz, Allah böylesi bir şeyi tekrar yapmaktan sizi kesinlikle sakındırıp yasaklıyor.
18 – Ve Allah ayetleri size açık açık bildiriyor. Allah Alim ve Hakimdir: Her şeyi bilir, her şeyi yerli yerince yapar.
19 – Müminler arasında çirkinliklerin yayılmasını arzu eden kimseler için dünyada da ahirette de gayet acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
20 – Eğer Allahın sizin üzerinizdeki lütfu inayeti olmasaydı ve eğer Allah pek şefkatli ne merhametli olmasaydı, başınıza müthiş bir azap gelirdi.
21 – Ey iman edenler! Sakın şeytanın izinden gitmeyin. Her kim şeytanın peşinden giderse bilin ki o kendisinden hep fena, çirkin ve meşrû olmayan şeyleri yapmasını ister. Eğer Allahın lütuf ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Ancak Allah dilediğini temizleyip arındırır. Çünkü Allah herşeyi hakkıyle işitir ve her şeyi kemaliyle bilir. [4,79; 2,208]
22 – İçinizden fazilet ve imkân sahibi olanlar, akrabalara, fakirlere, Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme hususunda yemin etmesinler. Affedip müsamaha göstersinler. Siz de Allahın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir.
23 – Şu kesin ki, hayasızlıktan habersiz, iffetli mümin hanımlara, zina iftirası atanlar dünyada da ahirette de lânete uğrarlar. Onlara müthiş bir azap vardır. [33,57]
24 – Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerine şahitlik edecektir. [32,20; 17,36; 36,65]
25 – O gün Allah onlara hak ettikleri karşılığı tam tamına verecek ve onlar da Allahın, gerçeği açıklayan, hakkın ta kendisi olduğunu anlayacaklardır. [50,22]
26 – Kötü kadınlar ve kötü sözler, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara ve kötü sözlere; temiz kadınlar ve temiz kelimeler ise temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara ve temiz sözlere yakışır. Bu temiz insanlar, o iftiracıların dedikodularından beridirler, onlara mağfiret, değerli ve büyük bir nasip vardır.
27 – Ey iman edenler, kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin isteyip onlara selam vermeden girmeyiniz. Böyle yapmanız sizin için daha münasiptir. Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız. Cahiliyede arapları selam ve haber vermeden evlere dalarlardı. Bu ayet, mesken dokunulmazlığını, evlere giriş kuralını belirledi. Hz. Peygamberin tatbikatı ve hadisleri bu konuyu da yeterli derecede açıklamıştır. Hadislerden biri, girmek isteyenin önce selam verip sonra “girebilir miyim” diye izin istemesini, üçüncü tekrardan sonra izin verilmezse geri dönmesini bildirir.
28 – Şayet orada hiç bir kimse bulamazsanız size izin verilmeden oraya girmeyiniz. Eğer size: “Müsaid değiliz, geri dönün” denirse dönün. Bu sizin için daha nezih, daha münasiptir. Allah yaptığınız her şeyi tamamen bilir.
29 – İçinde oturulmayan fakat sizin faydalanma hakkınız bulunan evlere girmenizde mahzur yoktur. Ama hiç unutmayın ki Allah açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
30 – Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle. Bu onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyle haberdardır. Ayette kısma anlamına gelen “gadd” kelimesi, kısmilik ifade eden “min” edatı ile kullanılmıştır. Kısıtlanan şey erkeklerin kadınlara bakmaları, insanların birbirlerinin edep yerlerine bakmaları veya müstehcen görüntülere bakmalarıdır. Bir hadis meali: “Namah-reme ilk bakış sana ait olup, sorumluluğu yoktur. Ama ikincisi yani bakışı devam ettirmen senin aleyhindedir.” Bakmanın caiz olduğu yerlerden biri: evlenme niyetiyle birbirini görme sırasında olur. Erkeğin örtmesi farz olan yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Kadınınki ise, elleri ve yüzü hariç, baştan aşağı bütün vücududur. Şafî gibi birçok müctehide göre yüzü de örtünme yerine dahildir.
31 – Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle. Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler. Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçiler veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler. Saklı zinetle-rine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz toptan Allaha tevbe ediniz ki felaha eresiniz. [35,59] Zinetlerden maksad, ya kolye, küpe, bilezik gibi zinetlerin yerleri, yahut bizzat zinet eşyalarıdır. Birinci görüş daha ağır basar. Örtülecek yerlerden istisna el, yüz ve ayaklardır, yüz ile ayakların örtülmesinin farz olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
32 – İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyele-rinizden evlenmeye müsait olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lutfu ile onların ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allahın lütfu geniştir. Her şeyi hakkiyle bilir. İhtiyaçları ve lütfa layık olanları da bilir. Ayetteki emir kipinin farziyet ifade etmediğine karineler vardır. Kesin olan, evlenmenin şahsi bir tasarruf olduğudur. Ancak burada emir, akrabalar, yakını olmayanlar için düşünülür ise yöneticilerin evlendirme konusunda yardımcı olmasının mendup olduğunu gösterir.
33 – Evlenme imkânı bulamayanlar ise, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar. Eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız. Allahın size ihsan ettiği maldan siz de onlara veriniz. Mecburi hizmet bedellerini ödemelerine yardım ediniz. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için, sakın cariyelerinizi fuhşa zorlamayın, hele iffetli olmak isterlerse… Her kim onları fuhşa zorlarsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında Gafurdur, Rahimdir. [9,60; 4,25] Köle veya cariye efendisine başvurup hürriyetini satın almak istediğini söylerse, efendisi ona ödemesi gereken meblağı bildirip bunu ödemesi halinde hür olacağına dair onunla bir akit imzalar. Bu akde, “mükâtebe” denilir. Bu durumda çalışıp para kazanma imkânı bulması için efendisi ona vakit imkânı da verir. Zekât fonunun sarfedileceği sekiz bölümden biri de “rikab” adı ile bu bölüm olduğundan mükâtibler bu yardımdan da yararlanırlar. Öte yandan bu ayet, Cahiliye dönemine ait fuhuş evleri işletmesini de kesinlikle ilga etmiştir.
34 – Muhakkak ki size dinin hükümlerini açıklayan ayetler, aynen sizden önce gelip geçenlerin hallerinden misaller ve Allaha karşı gelmekten sakınacaklar için birtakım öğütler indirdik.
35 – Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nurunun misali tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Lamba bir sırça (cam) içinde o sırça da sanki parlayan incimsi bir yıldız! Bu lamba, ne yalnız Doğuya, ne de yalnız Batıya mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki, nerdeyse ateş değmeden de yağ ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna iletir. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. [4,174; 39,22; 57,28; 6,122; 57,19] Nur: “Görmeye vesile olan ışık” veya “Işık kaynağı” anlamına gelir. Bu anlamı ile nur yaratılmış olduğundan, ayetin ilk cümlesi: “Allah, Güneş vb. ışık saçan cisimleri yaratmak sûretiyle gökleri ve yeri aydınlatan” veya “göklerde ve yerde olanları sapıklıktan kurtaran hidayete erdiren, aydınlığa çıkaran” diye tefsir edilir. Başka geniş tefsirler de vardır. Hülasa Nûr ismi, Allah Teala hakkında bazı alimlerce mecazi, bazılarınca da hakiki manada değerlendirilir. Birçok çağdaş müfessir, bu ayetin devamında, başka bazı gerçekler arasında, bir de elektrik ampülüne işaret edildiği kanaatindedirler.
36-37 – O nûra, Allahın yükseltilmesine ve içlerinde kutlu isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde (mescid-lerde) kavuşulur. Oralarda, sabah akşam Onun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar onları Allahı zikretmekten, namazı hakkıyle ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler. [39,47; 73,40; 18,14,42; 76,10; 62,9; 63,9; 72,18] Ayetteki “evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de tefsir edilir. Hatta bazı müfessirler bu ikinci izahın ağır bastığı kanaatini taşırlar (Tefhimu’l-Kur’an). Zira İslamda ibadet mabadlerle ve ruhban sınıfı ile sınırlı değildir.
38 – Allah Teala onlara yaptıklarına karşılık en güzel mükâfatı verecek, onların mükâfatlarını kendi lütfundan artıracaktır. Allah dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır. [39,34; 25,16; 16,31; 6,160]
39 – Dini inkâr edenlere gelince: Onların işleri düz, ıssız bir çöldeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder. Nihayet onun yanına varınca su namına hiç bir şey bulamaz, ama Allahı bulur. O da onun hesabını tam tamına görür. Zira Allah hesabı pek çabuk görür. [25,23]
40 – Yahut O kâfirlerin duygu, düşünce ve dav-ranışları derin bir denizdeki yoğun karanlıklara benzer. Öyle bir deniz ki onu, dalga üstüne dalga kaplıyor… Üstünde de koyu bulut. Üstüste binmiş karanlıklar… İçinde bulunan insan, elini uzatsa nerdeyse kendi elini bile göremiyor. Öyle ya, Allah birine nûr vermezse artık onun hiç bir nûru olamaz. [2,257; 6,122]
41 – Baksana göklerde olan, yerde olan herkes, kanatlarını çarparak uçan dizi dizi kuşlar, hep Allahı tesbih ederler. Onlardan her biri kendi duasını ve tesbihini pek iyi bellemiştir. Allah onların yaptıklarını hakkiyle bilir. [17,44]
42 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Allahındır. Bütün işler Ona götürülür, hüküm Onun kapısından çıkar.
43 – Baksana, Allah bulutları sevkediyor, sonra onları bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmur çıkıyor. O gökten, oradaki dağlar büyüklüğünde bulutlardan dolu indirir de onunla dilediğini vurur, dilediğini de ondan korur. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı nerdeyse gözleri alıverecek!
44 – Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor. Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders vardır. [3,190]
45 – Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah herşeye kadirdir.
46 – Gerçekten Biz hükümlerimizi açıklayan ayetler indirdik. Allah dilediği kimseyi doğru yola hidayet eder.
47 – Çünkü niceleri: “Biz Allaha ve Resûlüne inandık ve itaat ettik” derler de sonra onlardan bir kısmı, buna rağmen geri dö-nerler. İşte bunlar mümin değillerdir. [4,150]
48 – Aralarında hükmetmesi için Allahın ve Resûlünün hükmüne davet edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir kısmı yüz çeviriyor! [4,60-61; 105]
49 – Ama hüküm kendilerinden yana gözükmeye görsün, tam bir itaat içinde koşa koşa gelirler.
50 – Sahi, kalblerinde bir inkâr hastalığı mı var bunların? Yoksa imanda şüpheye mi düştüler, yahut Allahın ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar? Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık edenler, onların ta kendileridir!
51 – Haklarında hüküm verilmek üzere Allaha ve Resûlüne davet edilen müminlerin söyledikleri tek söz: “Hay hay! başüstüne!” demek olmuştur. İşte felaha erenler onlar olacaktır. Gerçek müminin başlıca özelliği, karşı karşıya kaldığı her durumda Allahın rızasını gözetmek, Allah ve Resûlünün Kur’an ve hadislerde varid olan hükümlerine gönül rızası ile uymaktır. Aksine davranış münafıkların vasfıdır.
52 – Kim Allaha ve Resûlüne itaat eder, Allahı tazim edip Ona karşı gelmekten sakınırsa, işte ebedi başarı ve mutluluğa erenler onlar olacaktır.
53 – Senin kendilerine emretmen halinde hicret veya savaşa çıkacaklarına dair vargüçleriyle yemin billah ettiler. “Yemine ne hacet!” de, “yemin etmeyin, sizden istenen makul bir itaattır. Elbette Allah yaptığınız ve yapacağınız her şeyi bilir”
54 – De ki: “Allaha itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz. Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa, peygamberin görevi, açıkça tebliğ edilmekten başka bir şey değildir.” [13,40; 88,21-22]
55 – Ey kâfirler! Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hakim kıldığı gibi kendilerini de hakim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslam dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiç bir şeyi Bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar. [2,30; 38,26; 27,16; 21,105; 14,14; 28,6; 6,165; 7,69; 8,26; 7,129] Hitap tüm kâfirleredir.
56 – Öyleyse ey müminler, siz namazı hakkiyle ifa etmeye devam edin, zekâtı verin, Peygambere itaat edin ki merhamete mazhar olasınız.
57 – İnkâr edenlerin dünyada Allahın hükmünden kaçıp kurtulacaklarını sakın zannetme! Onların varacakları yer ateştir. Gerçekten ne kötü bir sondur bu!
58 – Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle ve hizmetçileriniz ile içinizden henüz bulûğa ermemiş çocuklarınız, odanıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti istirahat için elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve bir de yatsı namazından sonra. İşte bu üç vakit mahremiyet vakitlerinizdir. Ama bunların dışında izinsiz girmelerinde ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. Çünkü sizin birbirinizin yanına girip çıkmanız kaçınılmazdır. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklar. Gerçekten Allah, Alim ve Hakimdir: Her şeyi kemaliyle bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
59 – Çocuklarınız büluğa erdiklerinde ise, kendilerinden büyük olanları nasıl izin istiyorlardı ise, odanıza girmek için her vakitte izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklar. Çünkü Allah herşeyi kemaliyle bilir, her hükmü yerinde açıklar.
60 – Evlenme arzu ve ümidi kalmamış olan ihtiyar kadınların, zinet yerlerini teşhir etmeksizin, dış giysilerini çıkarmaları, günah değildir. Bununla beraber sakınmaları, kendileri yönünden daha iyidir. Allah her şeyi işitir, gizli âşikâr her şeyi mükemmelen bilir.
61 – Görme özürlü, topal veya hasta gibi özürlülerin sizin evlerinizden yemek yemelerinde mahzur olmadığı gibi, sizin de eşlerinize yahut çocuklarınıza ait evlerinizden, babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtarları size bırakılmış sahip çıkmanız istenen yerlerden veya arkadaşlarınızın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur. İster toplu, ister ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur. Evlerinize girdiğiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize selam verin. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklıyor. Umulur ki düşünüp hikmetini anlarsınız. Sefere çıkanlar, savaş gazilerine, yaralılara ve özürlü fakir kimselere evlerine sahip çıkmaları için evlerini teslim ederlerdi. Bunlar da çekindikleri için, o evlerden yiyip içmezlerdi. Bunun mübahlığı böylece kesinleştirilmiş olmaktadır.
62 – Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki Allaha ve Resûlüne bütün kalbleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allaha ve Resûlüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allahtan af dile. Muhakkak ki Allah Gafurdur, Rahimdir. İslam toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü yere gitmek ve oradaki yetkilinin izni olmadıkça ayrılmamak bir vecibedir. Hayatî bir maze-ret olmadıkça izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mazereti kabul edip etmemek de Hz. Paygamber (a.s) ile İslam toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.
63 – Resûlüllahın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi davet etmenizle bir tutmayın. Allah elbette sizden birbirini siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir. Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut ahirette gayet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler. Resûlullahın çağrısına uymak farzdır. Onun duasına Allah Teala icabet buyurur. Dolayısıyla ihtimamla itaat gerekir. Ayet aynı zamanda şunu da ifade eder: Müminler, Hz. Peygambere hitab eder veya ondan bahsederken sadece ismini zikretmekle kalmayıp onun nübüvvet makamını ifade eden “Resûlullah”, “Resûl-i Ekrem”, “Peygamber Efendimiz” gibi bir vasfını söylemelidirler. Ayrıca ona Salat-ü Selam getirmelidirler. [35,56]
64 – Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa Allahındır. O şu anda içinde bulunduğunuz durumu da pek iyi biliyor. İnsanların kendi huzuruna götürülecekleri büyük duruşma günü, yapmış oldukları şeyleri tek tek kendilerine bildirip karşılığını verecektir. Allah her şeyi pek iyi bilir. [2,144; 26,218-220; 10,61; 11,5; 18,49; 75,13]