YUSUF SÛRESİ: Mekke döneminin sonlarında nazil olmuş olup 111 ayettir. Adını, sûrenin nerdeyse esas konusu olan Yusuf (a.s) ın kıssasından alır. Aslında Hz. Yusuf (a.s) ın kıssası bir çerçeve olup, bu vesile ile çok sayıda dini prensip zihinlere yerleştirilir. Bu sûrenin Hz. Peygamber dünya-daki en büyük iki desteğini, yani hanımı Hz. Hatice (r.a) ile amcası Ebu Talib’i kaybedip büyük bir üzüntü içine girdiği bir dönemde gelmesi, ona tam bir teselli olmuştur. Diğer peygamber kıssaları, siyak münasebetiyle, değişik üsluplarla, farklı sûrelerde ele alındıkları halde, Yusuf kıssası yalnız bu sûrede ama Kur’anın en tafsilatlı kıssası olarak zikredilmiştir. Kıssa, bizi dünyada elimizden tutarak ahiret ebediliğine götürdükten sonra hatimesinde tekrar dünyaya döndürür, tevhid ve tebliğde metod dersi vererek sona erer.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan, Haktan geldiği âşikâr olan Kitabın ayetleridir.
2 – Düşünüp manasını anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Arapça olmasından maksad, Kur’anın nazil oldu-ğu çevrenin dili olarak, arap toplumunun bahanelerini ortadan kaldırmaktı. Elbette ilahi mesaj insanların konuştukları dillerden biri ile gelme durumunda idi. Evrensel de olsa her hareketin mutlaka ilk çekirdeğinin bir yerde oluşturulması gerekir. Bu ayet, Kur’an adının ancak Arapça olan aslî şekline denilip, onun tercümelerinin Kur’an olmasına imkân ve ihtimal bulunmadığına kesin bir delildir.
3 – Biz, bu Kur’anı sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.
4 – Bir zaman Yusuf babasına, “Babacığım!” dedi. “Ben rüyamda on bir yıldızın, Güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm.”
5 – “Evladım!” dedi babası, “Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.
6 – Rabbin seni öylece seçecek, sana rüya tabirini öğretecek, ve daha önce büyükbabaların İbrahim ile İshak’a olan nimetini tamamına erdirdiği gibi, sana ve Yakub ailesine de nimetini kemale erdirecektir. Çünkü Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Bu tabir, rüya tabirinden başka sezgi, basiret ve konuların gerçek mahiyetini kavramayı da içine almaktadır.
7 – Gerçekten, Yusuf ile kardeşlerinin kıssalarından, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır. Mevcut Tevrata göre Yusufun rüyayı anlatması üzerine babası Yakub (a.s) kızıp onu azarlamıştır. (Tekvin, 37,10)
8-9 – Hani onlar “Yusuf ile öz kardeşi, babamıza daha sevimli geliyor. Oysa biz daha güçlü bir grubuz. Pek belli ki babamız bu işte yanılıyor. Yusuf’u öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın. Ondan sonra da tevbe ederek salih kimseler olursunuz, babanızla münasebetleriniz düzelir, işiniz yoluna girer. Onun ana baba bir kardeşi Bünyamin’i kasdedi-yorlardı. Bünyamin’in dünyaya gelirken annesi ölmüş olduğundan, babaları onlara daha fazla şefkat duyardı. Diğerleri ise Yusuf’un baba cihetinden kardeşleri idi.
10 – İçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın. Yolcu kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. Eğer yapacaksanız böyle yapın!” dedi.
11-12 – Onlar buna karar verdikten sonra bir gün babalarına varıp: “Sevgili Babamız! dediler. Sen neden güvenip de Yusuf’u bize emanet etmiyorsun. Oysa biz onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız.” “Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız.”
13 – Babaları: “Onu götürmeniz beni meraklandırır. Korkarım ki siz farkında olmadan, olur ki kurdun biri gelip onu yiyebilir” dedi.
14 – Onlar Vallahi! dediler, “Biz böylesine güçlü bir grup iken onu kurt kapar da yerse, yazıklar olsun bize! Biz ne güne duruyoruz.”
15 – Derken kardeşleri onu alıp götürünce ve onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca, Biz de Yusufa şöyle vahyettik: “Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.”
16-17 – Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: “Aziz babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusufu da eşyala-rımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanma-yacaksın!”
18 – Onlar Yusufun gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi. Babaları Yakub: “Hayır! dedi, “Nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş.” Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, Sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allahtan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!” Sabrun Cemil: Feryatsız, şikâyetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde belayı karşılamak demektir. Mevcut Tevrat metni, Hz. Yakub (a.s) ın tepkisini ve yas tutmasını, bir Peygamber teslimiyetine yaraşmayacak tarzda tasvir eder.”
19 – (Gelelim Yusufa) Öteden bir kafile gelmiş, sucularını kuyuya göndermişlerdi. Sucu vardı, kovasını sarkıttı. A müjde! müjde! işte bir civan!” dedi. Sucu ile yanındakiler, onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle, kafilede olanlara onu bildirmeyip gizlediler. Ama Allah Teala, onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu!
20 – Nihayet Mısıra varınca, onu düşük bir fiyata, bir kaç paraya sattılar. Zaten ona pek kıymet biçmi-yorlardı.
21 – Mısırda Yusufu satınalan vezir hanımına: “Ona güzel bak!” dedi. “Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!” Böylece Yusufun o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkân verdik ve bu cümleden olarak, ona rüyaların yorumunu öğrettik. Allah Teala iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak Galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Tevrat ve Talmud’a göre onu satınalan Kraliyet Muhafız Alay Komutanı idi. Hanımının adı Talmud’a göre Zeliha idi. İleride Hz. Yusuf ile evlenmesi şeklindeki bilginin, ne Kur’anda, ne İsrail rivayetlerinde esası yoktur ve bir Peygamberin ahlaksızlık eden biri ile evlenmesi düşünülemez. Yusuf’un aileden gelen eğitim ve dindarlığı olmakla birlikte ilahi hikmet, medeniyetin en ileri olduğu bir ülkede, en seçkin bir ailenin evladı olarak, ona iyi bir öğrenim imkânı verdi.
22 – O kemâl çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanlara biz böyle karşılık veririz. Kemâl çağı diye çevirdiğimiz “Bedenin gelişmesinin kemâle erdiği ve artık stabl döneme girildiği 30 – 40 yaşlarıdır. “Hikmet” yani “uygulanan ilim” yahut “insanlar arasında hükmetme yetkisi”, “ilim” ise burada nübüvvet demektir.
23 – Derken, bulunduğu evin hanımı, Yusuf’u kendisine bağlamak, onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kapatarak “Haydi yaklaş bana!” dedi. O: “Allaha sığınırım!” dedi. “Doğrusu, senin kocan olan benim efendim, bana çok iyi davranıyor. Hıyanet ederek zalim olanlar iflah olmazlar.”
24 – Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de. Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledecekti. İşte böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için bürhanımızı gösterdik. Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.
25 – Neyse, ikisi de kapıya doğru koştular. Hanım, Yusufun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında, birden, hanımın efendisi ile karşılaştılar! Hanım hemen “Senin ailene kötü maksatla yaklaşanın cezası, zindana atılmaktan veya gayet acı bir azaptan başka ne olabilir?” dedi. Yusuf sûresindeki emarelerden anlaşılıyor ki o devirde Mısırdaki medeni hayat, cinsel özgürlük, Yirminci asır Batı tipi toplumlarında görülen duruma benziyordu. Yusuf (a.s) böyle bir toplumda çalışacaktı. Allah Teala onu daha ilk safhada, çok soylu, güzel, zengin, mevki sahibi ve kendisine aşık olmuş bir kadınla denedi. Bütün bu cazibeler, onu kadına celbetme-yince artık diğer kadınların ondan tamamen ümitlerini kesmeleri sağlandı.
26-27 – Yusuf ise: “O beni arzu ederek bana yaklaştı” dedi. Hanımın akrabalarından biri de şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, hanım doğru söylemiş, delikanlı ise yalancılardandır. Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa o yalan söylemiştir, delikanlı doğru söylemektedir.”
28-29 – Gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce de o hanıma hitaben: “Anlaşıldı!” dedi. “Bu, siz kadın-ların fendinizden! Gerçekten sizin fendiniz pek müthiş-tir! Yusuf! Sakın bunu kimseye söyleme! Hanımefendi! Sen de günahından dolayı af dile, çünkü sen günaha girenlerden oldun” Tekvin, 39. bölüme göre Yusuf (a.s) elbisesini Zeliha’nın yanında bırakıp çıplak vaziyette kaçmıştır. Keza Tamud’a göre Aziz, mahkemede dâva açmıştır. Gerçeğe uymayan bu bilgiler Kur’anda yer almaz. Böyle bir çok ayrıntıya Kur’anın yer vermeyişi şu gerçeği ortaya koyması yönünden önemlidir: Kur’an daha önceki dini metinler üzerinde bir hakem ve düzeltici durumdadır. Haşâ Kur’an bunları nakletseydi, oradaki bilgilere elbette yer verirdi. Şu halde birçok oryantalistin iddiaları, tamamen batıldır.
30 – Şehirde bir takım kadınlar: “Duydunuz mu” dediler. “Vezirin hanımı uşağına gönlünü kaptırmış, ondan kâm almak istemiş. Sevda ateşi bağrını yakmış. Kadın besbelli çıldırmış! Doğrusu biz bu hali ona yakıştıramıyoruz!”
31 – Hanım o kadınların kendisi aleyhindeki bu dedikodularını işitince onları konağına davet etmek üzere davetçi gönderdi. Onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırlattı. Sofrada, ikram edilen meyveleri soyup kesmek için, her davet-liye bir bıçak da koydurmuştu. Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada, beriden de Yusufa: “Onların içine çık!” dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar, onun güzelliğine dalıp gittiklerinden, farkında olmadan kendi ellerini kestiler ve: “Haşâ! Allah için, bu bir insan olamaz, bu pek kıymetli bir melek! başka bir şey olamaz!” dediler.
32 – Vezirin hanımı: “İşte, beni kınamanıza sebep olan genç! Yemin ederim ki ben ondan kâm almak istedim, ama o iffetli davrandı. Yine yemin ederim ki kendisine emredeceğim işi yapmaması halinde o mutlaka zindana atılacak, zelil ve perişan olacaktır!”
33 – “Ya Rabbi!” dedi. “Zindan, bu kadınların beni davet ettikleri o işten daha iyidir. Eğer sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim.”
34 – Rabbi onun duasını kabul buyurdu ve onu kadınların fendinden korudu. Çünkü O, dua edenlerin dualarını işitir, durumlarına uygun olan şeyleri bilir.
35 – Sonra, Vezir ve arkadaşları bunca kesin deliller görmelerine rağmen, dedikoduları kesmek gayesiyle, bir müddet için onu hapse atmayı uygun buldular.
36 – Hapishaneye onunla beraber iki genç de girmişti. Onlardan biri: “Ben rüyamda, kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.” Öbürü de: “ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve bu ekmeği kuşların gagaladığını gördüm. Ne olur, bu rüyamızın tabirini bildir, doğrusu biz seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz” dediler. Baskılar ve tuzaklarla hakikati örtbas etmeye çalışanlar, uzun vâdede asla başarılı olamazlar. Kuyu dibine de atılsa, köleleştirilse, zindana da atılsa gerçek, Güneş gibi kendisini gösterir. İşte Hz. Yusuf (a.s) bu sefer hapishaneyi dershane haline getirerek, kıyamete kadar gelecek tebliğ ve hizmet insanlarına da Üstad olup, Medrese-i Yusufiyeleri başlatıyor. “Hapishane mü-dürü, bütün mahkûmları Yusufun emrine verdi, kendisi de bir köşeye çekilip rahatına baktı” (Tekvin, 39,22-23).
37-38 – Yusuf: Yiyeceğiniz yemek size henüz gelmeden, herbirinizin rüyasının tabirini size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ama, önce biraz beni dinleyin: Ben Allaha iman etmeyen, ahireti de inkâr eden bir halkın dinini terkedip, atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine girdim. Allaha herhangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz. Bu tevhid inancı, Allahın hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır. Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.”
39 – “Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için müteaddit rablere ibadet etmek mi, yoksa tek mutlak hakim olan Allaha ibadet etmek mi iyidir?
40 – Sizin Allahtan başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm yetkisi yalnız Allahındır. O ise, Kendisinden başkasına değil, yalnız Kendisine ibadet etmemizi emir buyurmuştur. İşte dosdoğru din! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Hz. Yusuf (as) ın esas misyonu olan bu nübüvvet tebligatı da ne Tekvin, ne de Talmud’da yer almaz. Bu hitabe ve Hz. Yusuf’un güzel tutumu, hizmet insanlarına örneklerle doludur.
41 – “Ey hapis arkadaşlarım, gelelim rüyalarınızın tabirine: İlk soran arkadaş, efendisine yine şarap sunacak, öbürü ise asılacak, kuşlar da başını gagala-yacak. İşte yorumunu istediğiniz iş, böylece hal edilip sonuçlandırılmıştır.”
42 – Onlardan kurtulacağını zannettiği arkada-şına: “Efendine benden bahset, suçsuz olduğumu hatırlat,” dedi. Fakat Şeytan, efendisine söylemeyi ona unutturdu. Böylece Yusuf bir kaç yıl hapishanede kaldı. Hapishanede 8 yıl kaldığı anlaşılmaktadır.
43 – Günün birinde Hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki: “Ben yedi semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek yiyordu. Ben de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir edi-yorsanız, benim bu rüyamı da halledin!” Bu hükümdar, Sina yarımadasından gelip Mısırı istila ettikten sonra M.Ö. 1700 – 1580 arasında hüküm süren Hiksos krallarından biri olup İbrani kavminden olan Hz. Yusuf ile menşe yakınlığı olabilir. Onun Yusuf hanedanına imkân vermesi Mısırda İsrail milletinin oluşumuna esas teşkil etmiş olabilir. Hiksos döneminin kapanmasından sonra Hz. Musanın dünyaya geldiği sırada Mısırın yerlileri, İbranilerin dışından gelecek tehlike ile işbirliği yapacağı endişesi ile onların erkek çocuklarını öldürüyorlardı.
44 – O kâhinler “Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz” dediler. Âlimlerimiz rüyaları üçe ayırırlar. 1-Allah tarafından bir melek aracılığı ile meydana gelen kısım ki doğru, gerçek rüya budur. 2-İnsanın benliğinden kaynaklanan bir telkin. 3-Şeytani bir telkin ile meydan gelen zihinsel görüntüdür. Son iki grup adgas-u ahlam (karışık düşler) dir.
45 – O iki arkadaştan kurtulanı, nice zaman sonra, ancak o sırada, Yusufu hatırlayıp dedi ki “Rüyanın tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni hapishaneye bir gönderiverin.”
46 – Hapishaneye gidip: “Yusuf! Sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum! Şu müşkil rüya hakkında bize bir çözüm bildir lütfen: “Yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ile yedi kuru başağın anlamı ne olabilir? Ümid ederim ki isabetli yorumunu öğrenip halka aktarırım da, böylece onlar doğruyu öğrenir ve senin kıymetini bilirler.”
47 – Yusuf: “Yedi sene, bildiğiniz şekilde ekin ekersiniz. Ama biçtiğinizi, yiyeceğiniz az miktar dışında, başağında bırakır, depolarsınız.
48-49 – Sonra, bunun peşinden yedi kurak yıl gelecek, tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktar dışında, önce biriktirdiklerinizi yiyip tüketirsiniz. Sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura kavuşacak, sıkıntıdan kurtulacak, bol meyve sıkıp hayvan sağacaklar.”
50 – Bunu duyan Hükümdar: “Getirin bana onu!” dedi. Hükümdarın elçisi gelince Yusuf: “Sen önce dönüp Efendine de ki: “O ellerini kesen kadınların meselesi neydi, kendisine soruver.” Zaten benim Efendim, o kadınların fendini pek iyi bilir.” İsrail kaynakları kıssanın bu bölümünde de; Kur’andan farklı ayrıntılar ve Hz. Yusufun değerini düşürecek taraflar naklederler. Oysa Kur’anın anlatımı, onun bir Peygamberden beklenen örnek tutumunu özetler. Onun bu davranışlarıdır ki kralı, onu Maliye bakanı (hatta Başbakan) olarak görevlendirmeye sevketmiştir.
51 – Hükümdar o kadınları toplayıp: “Ne idi sizin Yusufla dâvanız?” Siz Yusufu elde etmeye çalıştığınızda durum ne idi, Yusuf nasıl davrandı? diye sordu. Onlar da: “Haşa! Allah için söylemek gerekirse, onun yaptığı hiç bir kötülük bilmiş, görmüş değiliz” dediler. İşte o sırada Vezirin eşi: “Şimdi hak meydana çıktı. Ondan kâm almak isteyen bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır” diye itiraf etti.
52 – Yusuf dedi ki: “Onların bu şahitliklerine lüzum görmem, benim vezire gıyabında hainlik etmediğimi ve Allahın, hainlerin hilesini iflah etmeyeceğini, onun da bilmesi içindir.
53 – Bununla beraber, nefsimi de temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder. Doğrusu Rabbim Gafurdur, Rahimdir: Affı ve Merhameti boldur.
54 – Hükümdâr: “Onu yanıma getirin, özel danış-man edineyim” dedi. Onunla konuştuktan sonra da: “Sen artık bundan böyle, nezdimizde yüksek bir makam sahibi, tam itimad edilen bir müsteşarsın” dedi. Bu Hükümdar, Yusuf (a.s) ı satın alan Aziz değildir. Mısırlıların Hiksoslar dedikleri, Arabistandan gelerek dört yüz yıl Mısırda hüküm süren sülaleden faziletli bir zat idi.
55 – Yusuf: “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir, dedi. Çünkü ben malları iyi korur, işletme ve yönetimi iyi bilirim dedi.” Hz. Yusuf tarıma önem verdi. Üretimi artırdı. İhtiyaç fazlasını stok ettirdi. Kıtlık yılları gelince stokları yeyip ihraç etmeye gittiler. Civardan herkes tayinat almaya geldiler.
56 – Böylece Biz Yusufa Mısırda iktidar verdik. Nerede isterse orada makam tutar, dilediği şekilde yönetirdi. Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin ecirlerini asla zayi etmeyiz.
57 – Ahiretteki ecir ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. [38,39-40]
58 – Gün geldi, Yusufun kardeşleri Mısıra gelip Onun huzuruna çıktılar. O onları tanıdı, ama öbürleri onu tanıyamadılar.
59-60 – Yusuf onların zahîre yüklerini hazırlatınca dedi ki: “Siz, baba bir kardeşinizi de yanıma getirin, gördüğünüz gibi ben size tam ölçek veriyorum ve ben dışardan gelen misafirleri ağırlamaya, başka herkesten fazla özen göstermekteyim. Eğer onu getirmezseniz, iyi bilin ki artık bende size verecek bir ölçek erzak yoktur, hiç gözüme görünmeyin.” Gelmeyen kardeşlerini istemesi şundan idi: Kıtlık sebebiyle zahire karneye bağlanmıştı, almak için şahsın bulunması gerekiyordu. Diğerleri, baba ve kardeşler için birer hisse isteyince, Hz. Yusuf, bu seferlik verip, yaşlı babayı mazur sayarak, gelecek defa, o kontenjanı almak için, herkes gibi öbür kardeşin de gelmesinin şart olduğunu bildirmiş olmaktadır.
61 – Onlar: “Bakalım, babasından ona izin almanın bir yolunu bulup bu işi ayarlamaya çalışacağız dedi-ler.”
62 – Yusuf, zahîre ölçen görevlilerine de dedi ki: “Onların, zahîre karşılığında verdikleri mallarını da yüklerinin içine koyun. Böylece belki ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varıp yine gelirler.”
63 – Babalarının yanına dönünce: “Sevgili baba-mız, dediler, ölçeğimiz, tahsisatımız kaldırıldı. Gelecek sefer, öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki onu vesile ederek, daha çok tahsisat alalım. Onu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz.!”
64 – Yakub dedi ki: “Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğim gibi bunu da size inanıp emânet edeyim, öyle mi? Ben size değil sadece Allaha ısmarlarım. Çünkü en iyi koruyan Allahtır ve O merhametlilerin en merhametlisidir.”
65 – Yüklerini açınca da, zahîre bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu gördüler ve: “Baba, baba!” dediler. “Daha ne istiyoruz, işte verdiğimiz zahîre bedellerimiz de bize geri verilmiş! Gidelim, yine evimize erzak getiririz, kardeşimizi de koruruz, hem bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu sefer aldığımız, az bir ölçektir (ihtiyacı-mıza yetmez)”
66 – Yakub şöyle cevap verdi: “Siz kendiniz helâk olmadıkça, onu bana getireceğinize dair Allah’ın huzurunda sağlam bir söz vermeden ben asla onu sizinle göndermem.” Onlar kendisine kesin söz verince de dedi ki: “Allah Teala da bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir.”
67 – Ve “evlatlarım!” diye ilave etti: “Şehre aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allahtan gelecek takdiri önleyemem. Zira hüküm yetkisi, yalnız Allahındır. Onun içindir ki ben ancak Ona dayanır, Ona güvenirim. Tevekkül edenler de yalnız Ona dayanıp güvenmelidirler.” O zamanki yönetimin kalabalık yabancı gruplara kuşku ile bakması sebebiyle böyle bir tedbir düşünmüş olabilir.
68 – Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler. Ama bu tedbir, Allahın kendileri hakkındaki takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı. Sadece Yakubun içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu. O, kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim sahibi idi. Bunun içindir ki “Allahdan gelecek takdiri önleyemem” demişti. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.
69 – Onlar Yusufun huzuruna girince, öz kardeşini yanına aldı ve “iyi bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına aldanma!” dedi.
70 – Onların yüklerini hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin yükünün içine koydurdu. Kervan hareket edince de Yusufun görevlilerinden biri: “Ey kafile! durun, siz hırsızlık yapmışsınız!” diye nida etti.
71 – Onlar geri dönüp geldiler ve: “Mesele nedir, ne kaybettiniz ki, bizi suçluyorsunuz?” dediler.
72 – Görevlilerden biri: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Buna ben kefilim” dedi.
73 – “Allaha yemin olsun ki, biz ülkede fesat çıkarmak, nizamı bozmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız, hiç değiliz!” dediler.
74 – Görevliler: “Peki, yalancı çıkarsanız, cezası ne?” dediler.
75 – “Cezası” dediler, “kimin yükünde çıkarsa, işte o onun cezasıdır (yani çalması sebebiyle kendisi rehin ve mahkûm olur). Biz zalimleri böyle cezalandırırız!” Hz. İbrahim (a.s) ın şeriatına göre suçu sabit olan hırsız, eşya veya parasını çaldığı adamın kölesi yapılırdı.
76 – Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı.Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte Biz Yusufa, kardeşini alıkoyması için böyle bir plan öğrettik. Yoksa, Allah dilemedikçe Hükümdarın kanununa göre, kardeşini alması uygun olmazdı. Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur. [58, 11]
77 – Onlar: “Eğer o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti” dediler. Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi. İçinden de dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!”
78 – Yusufun kardeşini alıkoyması karşısında, onlar şöyle dediler: “Aziz Vezir! Onun babası iyice ihtiyar (Bu küçük evladını kaybetmeye dayanamaz), onun yerine bizden istediğini alıkoy. Gerçekten seni anlayış gösteren, iyilik sever insanlardan olarak görüyoruz!”
79 – Yusuf: “Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız. Başkasını tutmaktan Allaha sığınırım. Çünkü biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”
80 – Vakta ki Yusufun onu vermesinden ümitlerini kestiler. Bir yana çekilip aralarında fısıldaşarak şöyle konuşmaya başladılar: Ağabeyleri dedi ki: “Allahı şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğinizi ve daha önce Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru nasıl olur da bilmezlikten gelebilirsiniz? Ne yüzle döneceksiniz? Ben katiyyen buradan bir adım atmam, ayrılmam; ancak babam bana izin verirse yahut hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah hükmünü bildirirse, o başka!”
81 – “Siz dönün, babanıza deyin ki: Sevgili baba-mız, bizler farkına varmadan oğlun inan ki hırsızlık etmiş. (Su kabının onun yükünde çıktığını gözlerimizle gördük) Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Söz verdi-ğimiz zaman, bu durumun ortaya çıkacağını nereden bilebilirdik? Gayb bize emanet edilmiş değil ki!
82 – “İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahalisine ve yine içinde geldiğimiz kafilede bulunanlara sor. Bütün samimiyetimizle ifade ediyoruz ki söylediğimiz doğrunun ta kendisidir.” Dönüp babalarına ağabeylerinin bu sözlerini naklettiler.
83 – Ama babaları Yakub: “Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz size bir işi cazip gösterip ayağınızı kaydırmıştır. Ne yapayım? Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde sabretmekten başka yapacak şey yok. Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lutfedecektir. Çünkü O Alimdir, Hakimdir. (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tabi tutmuştur)”
84 – Onlardan yüzünü çevirip öte tarafa dönerek ufuklara seslendi: “Ya esafâ alâ Yusuf! Nerdesin Yusuf! Nerdesin Yusuf!” Yusuf diye diye, üzüntüsünden gözlerine ak düştü. Yaptıklarından dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını da belirtmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.
85 – Oğulları şöyle dediler: “Ömrün geçti gitti, hâla Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun. Vallahi “Yusuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin”
86 – “Ben” dedi “Sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allaha arzediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahy yolu ile biliyorum.”
87 – “Evlatlarım, haydi gidiniz, bütün duyularınızı, hislerinizi kullanarak vargücünüzle Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışınız. Allahın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allahın rahmetinden ümidini kesmez.”
88 – Onlar Mısıra varıp Yusufun huzuruna girerek “Aziz Vezir!” dediler, “Bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık bastı, biz bu sefer pek az bir meblağ getirebildik. Lütfen bize tahsisatımızı tam ölçek ver de, parasını veremediğimiz kısmı da sadakanız olsun. Şüphesiz ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.”
89 – Artık zamanı geldiğini düşünerek Yusuf: “Siz” dedi. “Cahilliğiniz döneminde Yusuf ile kardeşine yaptığınız muameleyi elbette biliyorsunuzdur değil mi?” Cahillikleri, yaptıkları işin kötülüğünü bilmeyişleri, yahut neticede doğuracağı zararı hesap edememeleri anlamına gelebilir. Yahut yeterli bilgi, tecrübe ve olgunluğa ulaşmadıkları çağ kasdedilmiş olabilir. Hz. Yusuf (a.s) bu tabiri, onları kınamak, hakaret etmek için değil, bilakis mazeret telkini konusunda ipucu vermek, tövbeye teşvik etmek için “bilmeyerek yapmıştık” dedirtmek için kullanmıştı. Zira onların düştükleri fakru perişaniyet kendisine pek dokunmuştu.
90 – “Aa! Sen, yoksa Sen Yusuf musun?” dediler. O da: “Evet ben Yusufum, bu da kardeşim! Gerçekten Allah bizi lütfuna mazhar etti. Şu kesindir ki kim Allahı sayıp haramlardan sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse, Allah da böyle güzel hareket edenlerin mükâfatını asla zayi etmez.”
91 – Kardeşleri de şöyle dediler: “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!”
92 – Yusuf şöyle cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim! Ben hakkımı helal ettim Allah da sizi affetsin. Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi Odur.
93 – Şu gömleğimi alın babamın yanına varıp onun yüzüne sürüverin, o zaman gözü açılacaktır. Sonra da bütün çoluk çocuğunuzla buyurun, yanıma gelin.”
94 – Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, öteden babaları “Doğrusu, ben Yusufun kokusunu alıyorum, sakın bana bunak falan demeye kalkışmayın!” dedi.
95 – Oradakiler: “Vallahi” dediler, “sen hâla, o eski saflığında devam etmektesin.”
96 – Müjdeci gelip de gömleği Yakubun yüzüne sürünce gözleri açıldı ve: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından vahy yolu ile bilirim dememiş miydim?” dedi.
97 – Evlatları ise şöyle dediler: “Ey bizim şefkatli babamız! Bizim günahlarımız için Allahdan mağfiret dile. Doğrusu biz günahkârız”
98 – O şöyle cevap verdi: “Sizin için Rabbime sonra istiğfar edeceğim. Gerçekten O Gafurdur, Rahimdir.”
99 – Yakub ailesi Mısıra gelip Yusufun yanına girdiklerinde Yusuf annesi ile babasını kucakladı ve “Allahın dilemesiyle Mısıra emin olarak girin” dedi.
100 – Annesi ile babasını tahtına oturttu. Hepsi onun önünde saygı ile eğildiler. Yusuf: “Babacığım!” dedi, “işte küçükken gördü-ğüm rüyanın tabiri! Rabbim o rüyayı gerçekleştirdi. O, bana nice ihsanlarda bulundu: Beni zindandan kurtardı ve nihayet, Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirip bana kavuşturmakla da beni ihsanına mazhar etti. Gerçekten Rabbim dilediği hususları çok güzel, pek ince bir tarzda tedbir eder, ayarlar. Şüphesiz O Alimdir, Hakimdir: herşeyi hakkıyla bilen, tam hikmet sahibidir.” [7,53] Bu ayetlere dikkat edilirse Yusuf (a.s) ın, bütün müminlere örnek olacak nice davranışlar ihtiva ettiği görülür: Kendisini ölüme mahkûm eden yakınları üzerinde tam yetki sahibi iken gösterdiği olgunluk ve müsamaha, kendisinin zirveye yükselişini hep Allahın lutfuna bağlayıp nefsine en küçük pay çıkarmama, müminler tarafından şahsına karşı yapılan en kötü bir hareketi bile te’vile gayret etme ve Şeytanın kardeşle-rine yaptırdıklarında “hikmet-i ilahiyyeye göre benim için bazı faydalar vardı,” deme; hep ibadet ve ahiret iştiyakı ile dolu olma gibi; bu çok önemli ders ve hitâbe de Tekvin ve Talmud’da yer almamıştır. Gereksiz bir yığın ayrıntıyı anlatıp, uzun kıssanın en önemli dersini yazmama çok gariptir. “Kur’an, Tekvin ve Talmud birlikte incelendiğinde görülür ki Kur’an, bazı yerleri fazla anlatıyor, birçoğunu daha az anlatıyor, bazılarını ise düzeltiyor ve reddediyor. Dolayısıyla Hz. Muham-med’in bu kıssaları yahudilerden öğrendiğini iddia etmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
101 – “Ya Rabbi! Sen bana iktidar ve hakimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, ahirette de Mevlam, yardımcım Sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni salihler zümresine dahil eyle!” [7,126]
102 – İşte bunlar, ey Resûlüm, sana vahy yoluyla bildirdiğimiz gaybî hadiselerdendir. Yoksa onlar, tuzak kurmak ve planlarını kararlaştır-mak için toplandıklarında elbette sen onların yanında bulunmuyordun. [3,44; 28,44-46; 38,69-70]
103 – Şunu unutma ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu iman etmezler. İnsanlardan maksad Mekke ahalisidir. Yahut bütün insanlardır.
104 – Halbuki sen bu tebliğ karşılığında onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun. Kur’an, sadece bütün insanlar için bir derstir, evrensel bir mesajdır.
105 – Göklerde ve yerde Allahın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.
106 – O Mekkelilerin ekserisi, şirk koşmaksızın Allaha iman etmezler.
107 – Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada Allahın azabına uğrayıp azabın kendilerini kaplamasından yahut ansızın kıyametin kopmasından emin midirler? [16,45-47; 7,97-99]
108 – Ey Resûlüm de ki: “İşte benim yolum budur! Ben insanları Allahın yoluna düşünmeksizin, taklit yolu ile değil, delile dayanarak, idraklerine hitab ederek davet ediyorum. Ben de, bana tabi olanlar da böyleyiz. Allahı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben asla müşriklerden değilim.”
109 – Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de başka değil, ancak şehirlerde oturanlardan vahye mazhar ettiğimiz bir takım erkeklerdi. Onlar dünyayı hiç gezmediler mi ki kendilerinden önce yaşayanların akıbetlerinin nasıl olduğunu görüp anlasınlar? Ahiret diyarı elbette Allaha saygı duyup haramlardan sakınanlar için daha iyidir. Siz ey müşrikler, hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
110 – O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar. Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti. Ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelirler ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına kapılırlar, işte o zaman onlara nusretimiz erişir, inkârcılar helâk olur, dilediğimiz kimseler kurtulur. Uzun vâdede, mücrim toplumlardan cezamız olan azabımız hiçbir surette geri çevirilmez.
111 – Peygamberlerin kıssalarında elbette tam akıl sahipleri için alacak dersler vardır. İyi bilin ki, bu Kur’an uydurulmuş bir söz değildir. Sadece daha önceki Kitapları tasdik eden, dine ait her şeyi açıklayan, iman edecek kimseler için hidayet, rehber ve rahmet olan Kitabullahtır.