Mezhep; lügat manası olarak; gidilen yol, benisenen görüş demektir. Dini terim manası ise müctehid derecesine ulaşmış İslam alimlerinin arasındaki yorum farkından meydana gelen görüşleri demektir. İslâm’da mezhepler, İtikadı ve Amelî olmak üzere ikiye ayrılır.
Mezhebler arasında esasta hiçbir ayrılık yoktur. Ayrılık, teferruatta, dinin özüne dokunmayan fer’i mes’elelerdedir.
Ayrıca hiçbir müctehid kendi adına bir mezheb kurmak iddiasıyla ortaya çıkmamıştır. Kur’an ve hadislerden çıkardıkları hükümlerin başkaları tarafından benimsenmesi neticesinde, kendiliğinden o müctehid adına bir mezheb teşekkül etmiştir.
İtikadi Mezhep : Dini İnanışla ilgili farklı yorumlardır.
Ameli (Fıkhi) Mezhep : Dini Uygulama ve davranışlar ile ilgili yorumlardır.
İtikatta mezhepler yani İnanç ile ilgili mezhepler, genel olarak “Ehl- i Sünnet” ve “Ehl-i Bid’at” olmak üzere iki kısma ayrılır.
Ehl-i Sünnet; İnançla ilgili konularda Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin yolundan giden, nasları (delilleri) kendi heva ve heveslirine göre te’vil etmeyen gruba “Ehl-i Sünnet” (Peygamberimizin sünnetine uyanlar) denir. Ehl-i Sünneti ‘in ilk temsilcilerine “Se-lefiyye” denmiştir. Daha sonra ise Maturidi ve Eş’ari mezhepleri ortaya çıkmış ve Ehli Sünnet inancını ehli Bid’at fırkalara karşı savunmuşlardır. Bu gün Selrefşiyye veya ilk selefiler denilen mezhep ortada yoktur. Bu ndenle Ehli Sünnetin itikadda iki mezhebi vardır. Maturidilik ve Eş’arilik.
1. Selefiye: İnançla ilgili ilk mezhep budur. Bunlar müte-şabih ayetleri ve sıfatlan te’vil etmezler yapmadan olduğu gibi kabul edenlerdir. Allah’ın sıfatlan ve diğer konularda aynntılara girmezler. Bunlara “Selfiye-i ula” (ilk selef) denir. Ancak gümüzdeki selefi akımlann bu ilk selef mezhebiyle bir alakası yoktur. Selef mezhebi denince ilk iki asırda yaşamış olanlar kasdedilmektedir.
2. Mâturidîye Mezhebi: İmam Azam’m itikadi görüşlerini bir mezheb haline getiren Ebu Mansur Maturid’nin imamı olduğu mezheptir. Daha çok Hanefi mezhebinde olanlar olanlar Akide konusunda bu mezhebi benimsemişlerdir.
3. Eş’ariye Mezhebi: Ebu’l- Hasanel-Eş’ari’nin kurduğu mezheptir. Bu mezhebi de daha çok fikıhta Şafii olanlar bu mezhebi benimsemişlerdir.
Ehl-i Bid’at ise; Peygamberimiz (sav)’in tebliğ buyurduğu yoldan ayrılan, ayrı bir yol seçerek sapıklığa düşenler demektir.
Amelde (fıkıhta) hak mezhepler ise dört tanedir. Bunlar:
1 – Hanefi mezhebi,
Bu mezhebin kurucusu İmam A’zam Ebu Hanife’dr. Asıl adı Numan, babasının adı Sabit, künyesi ise Ebû Hanife’dir. Hicri 80 yılında Bağdat’da doğmuş ve 70 yaşmdaiken Hicri 150 yılında yine Bağdat’ta Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hanefi mezhebi Irak, Mısır, Hindistan, Anadolu ve kafkafkasyabaşta olmak üzere her tarafa yayılmıştır.
2 – Şafii mezhebi,
Bu mezhebin kurucusu, İmam Muham-med b. İdris eş- Şafii’dir. İmam Şafii Hicri 204 yılında Mısır’da, Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Şafii mezhebi Mısır’da, Güney Arabistan’da, Doğu Afrika’da, Doğu Anadolu’da, Endonezya’da yayılmıştır.
3 – Hanbeli mezhebi,
Bu mezhebin kurucusu Ahmed Ibni Hanbel’dir. Hicri 241 yılında Bağdat’ta Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hanbelî mezhebi Bağdat, Mısır, Suriye ve Hicaz’da yayılmıştır.
4 – Maliki mezhebi,
Bu mezhebin kurucusu imam Malik b. Enes’tir. Hicri 179 yılında Medine-i Münevvere’de Hakk’m rahmetine kavuşmuştur. Maliki mezhebi Hicaz’da, Afrika’da ve Endülüs’te yayılmıştır.
Mezhebler Nasıl Ortaya çıkmıştır?
Peygamberimizin Asr-ı Saadetinde sahabenin bir kısmı devamlı olarak Allah Resûlünün yanında kalıyor, Kur’an’ı ve hadisleri ezberliyor, onların manalarını iyice kavramaya çalışıyorlardı. Hazret-i Peygamber’in Kur’an’ın hükümlerini nasıl uyguladığını bizzat görüyor, ayetlerin iniş sebeblerini biliyorlardı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra, bu sahabeler Mekke ve Medine dışına çıktılar, çeşitli İslam memleketlerine gittiler. Bunlar, gittikleri yerlerde Hicaz’dakinden farklı örf ve adetlere sahip insanlarla karşılaştılar. Halk gelip dini mes’eleleri kendilerine soruyor, onlar da o mes’ele hakkında Kur’an ve Sünnetin hükmünü bildiriyorlardı. Sorulan mes’ele hakkında Kur’an’da ve hadiste hüküm bulamazlarsa, o mes’elede ictihad edip mes’eleyi açıklığa kavuşturuyorlardı. Sahabe, gittikleri şehirlerde, hem hakim, hem müftü, hem vali, hem muallim durumunda idiler. Bulundukları yerde adeta birer ekol meydana getirmişlerdi. Birbirlerinden çok farklı yerlere dağıldıkları ve farklı örf ve adetlere sahip insanlar içinde yaşadıkları; bilgi, zeka ve kavrayış bakımından da aralarında farklar olduğu için, sorulan mes’eleler karşısında pek tabii olarak farklı ictihadlar, ayrı görüş ve kanaatlar ortaya çıkabiliyordu.
Bir sahabinin etrafında toplanan talebeleri, o sahabinin kendisinden sonra da onun sistemi ve metodu doğrultusunda ictihad yapmaya, kapalı olan mes’eleleri çözmeye, cem’iyette yeni ortaya çıkan durumlara hükümler bulmağa çalıştılar. Bu çalışmalar neticesinde, zamanla fıkhi mezhebler teşekkül etmeye başladı. Bazı mezhebler kendilerine fazla taraftar bulamadığı için, zaman içinde kaybolurken; bugünkü 4 büyük mezheb umumun teveccühünü kazanarak kuvvet buldu, yaygınlaştı ve günümüze kadar geldi.
Mezhebler Arasında Görüş Ayrılıkları Olması Nereden Kaynaklanmaktadır?
Bu ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir. Kur’an’da hüküm ifade eden ayetleri (ki bunlara, nass denir) anlayış, herkes için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan edildiği üzere, pek çok kısımları vardır: Hafi, mücmel, sarih, kinaye, mecaz, hakikat, mutlak – mukayyed, has – amm gibi. Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı farklı olmaktadır.
Ayrıca, hadislerin de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevatir, meşhûr, haber-i vahid, mürsel, muttasıl, münkatı’ gibi.
Bu hadisleri delil olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilaf etmişlerdir. Bunun neticesinde de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Mesela Hanefiler hadisler konusunda titiz davranır. Haber-i vahidi (Tek sahabenin rivayet ettiği hadisi) delil olarak kabûl etmezler. Şafiiler ise, haber-i vahidi kabûl eder ve onu Kıyas’a tercih ederler. Hanefiler mürsel hadisi alır, Şafiiler almazlar.
İşte bu gibi delillerdeki ihtilaf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış, müctehidlerin aynı mes’elede farklı hükümler vermelerine sebeb olmuştur.
Fetva verilen beldenin örf ve adetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te’sir etmiştir.
Müctehidler Arasında Görüş Ayrılıkları Olmasının Mahzuru Var mıdır?
Hayır, bil’akis bu ihtilaflar, ümmet için rahmet olmuştur.
Herhangi bir mes’ele hususunda bir mezhebde zorlukla karşılaşınca, zaruret halinde, o mes’ele başka bir mezhebin kolaylık ifade eden hükmü ile halledilme yoluna gidilmiştir. Böylece mezheblerin varlığı ümmet için kolaylık ve genişliğe vesile olmuştur.
“ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” mealindeki hadis-i şerifin ifade etmek istediği mana da bu olsa gerektir.
Mezheblere Ne Lüzum Var? Herkes Kendisi Kur’an’ı ve Hadisi Okuyup Hüküm çıkaramaz mı?
Müslüman olan her ferdin, dini mes’eleleri ve hükümleri doğrudan doğruya Kur’an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik payesine erişmiş, salahiyetli İslam alimleri yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din alimlerinin izah ve görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer. İlaçların ham maddesi bitkiler, otlar, madenler vs. olduğu halde, nasıl herkes ondan ilaç yapamıyor, bu iş için ayrıca eczacılık tahsili gerekiyorsa, dini mes’elelerde temel kaynak Kur’an ve Sünnet olduğu halde, ondan hüküm çıkarmak işini de sıradan her Müslüman yapamaz; ancak müctehidlik seviyesine ulaşmış alimler yapabilir. Herkesin dini kaynaklardan hüküm çıkarmağa ilmi, bilgisi, aklı, idrak seviyesi, basiret ve feraseti yetmez.