Kâinatın efendisi ve insanlığın önderi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in temel görevi; îslâm mesajını yeryüzünün her tarafına ulaştırmaktı. Hatta sırf ulaştırmaktan ibaret olmayıp, her çeşit geçerli ve doğru araç ve imkânları kullanarak bütün insanlığı îslâm dairesine sokmaktı. Böyle bir görevi yerine getirmek için kılıca ve ordulara gerek yoktu. Hakka çağıran sesin yerkürenin her tarafına ulaşması yeterliydi. Ama Mekke’de yaşayan İslâm düşmanları 13 yıl boyunca buna engel oldular. Kendilerine özgü olarak icra ettikleri hac mevsiminde bütün kabileler, uzak bölgelerden uzun yollar katederek Mekke’ye gelirlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de onları ziyaret ederek: “Kureyş Allah’tan getirdiğim mesajı insanlara ulaştırmama engel oluyor. Bu fırsatı ya siz verin, ya da onlara verdirtin” talebinde bulunuyordu. Ancak Kureyş’in baskısından dolayı Mekke’ye gelen binlerce, yüz-binlerce insandan bir tanesi dahi bu himaye talebini kabul etmeye yanaşmıyordu.
Buna rağmen hak güneşininin ışıklan ve îslâmın güçlü nuru bu koyu bulutlar arasından sıyrılarak kalpleri kuşatıyor, gönüllere sızıyor ve çevresini aydınlatarak ilerliyordu. îslâmın sadece, tebliğe ve insanlara anlatılmaya ihtiyacı vardı. Bunu da, bizzat İslâm düşmanları yaptılar. Hac mevsimlerinde, Kureyş ileri gelenleri, ana yollara çadırlarını kurar ve gelenler de onlarla buralarda görüşürlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in peygamber olarak gönderiliş haberi bomba gibi her tarafa yayıldığından, insanlar bunun ne demek olduğunu Kureyşliler’e sormaya başlamışlardı. Eğer onlar sormazlarsa Kureyşliler’in kendileri, Islâmm onlara tebliğ edilerek kabul etmelerini önlemek için: “Şehrimizde bozuk inançlı bir adam ortaya çıktı. İlahlarımıza hakaret ediyor. Lât ve Uzzâ’ya varıncaya kadar hepsini kötülüyor” diyorlardı.
Bozuk inançlı kişiye Arapça’da “Sâbiî” denir. Müşriklerin müslümanlara “Sâ-bif” demelerinin sebebi ise, Îslâmın bazı farzlarının mesela namazın şeklinin, sâbi-îlerin amellerine benzerlik göstermesiydi. Kureyş kabilesi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e “Sâbiî” lakabını vermişti. Sonuçta bu lakab sayesinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in adı bütün Arabistan’a yayıldı. Sahih-i Buhârî’nin Meğâzi bölümünde sahabeden birinin şöyle bir rivayeti yeralmaktadır: “Ben küçükken Mekke’ye gidip gelenlerden; Mekke’de peygamberlik iddiasında bulunan birinin ortaya çıktığını duymuştum.”
Yarımadada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in adının bu şekilde tanınması, her ne kadar halk üzerinde aksi tesir meydana getirmiş ve insanlardan hiçbiri O’na yönelmemişse de bu kadar geniş bir bölgede olayın içyüzünü öğrenme merakına kapılanların çıkmasını da sağlamıştır. Arabistan’da putperestlikten soğumuş ve hakkı aramakta olan hayli kalabalık bir insan topluluğu oluşmuştu. Bazı insanlar bu çizgiyi de aşarak Hanîf (^Allah’ın birliğine inanan) kimseler haline gelmişlerdi. Bunlar hakkında kitabımızın ilk bölümlerinde bilgi verilmişti. Hafız îbn-i Hacer, Kitabe adlı eserinde Yemen ve benzeri uzak bölgelerden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i görmek ve hakkında bilgi almak üzere, Mekke’ye gelmiş ve gizlice müslümanhğı kabul ederek geri dönmüş bazı sahabeleri zikretmiştir. Yemenli Devs kabilesinden Tufeyl b. Amr’ın ailesinde müslümanhğın yayılması, Risâlef in Mekke döneminde başlamıştır.
Tufeyl B. Amr’ın Müslüman Oluşu
Devs kabilesinden Tufeyl b. Amr, Araplar’ın ünlü şairlerinden biriydi. Araplar üzerinde şairlerin etkileri çok derin olduğu ve şairler, bütün kabileleri istedikleri şekilde rahatça dolaşabildikleri için Kureyşliler, Tufeyl b. Amr’ın hiçbir şekilde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e ulaşmamasına çalıştılar. Ama bir keresinde tesadüfen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i Kur’ân-ı Kerîm okurken duymuş ve hemen müslüman olmuştu. Onun etkisiyle Devs kabilesinde de İslâm yayılmaya başladı. Her şeye rağmen Devs kabilesinin bütün fertleri, İslâm çağrısını kabul etmediler. O da üzülerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gitmiş ve: “Ey Allah Resulü! Devs, çağrıma uymadı, onlara beddua edin” demişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de ellerini havaya kaldırarak: “Ey Allahım! Devs kabilesine hidayet ver ve onları îslâma şevket” diye dua etti. Çok geçmeden bütün kabile müslüman oldu.
Sülemî Kabilesinden Amr B. Abese’nin Müslüman Oluşu
Amr b. Abese es-Sülemî de, Mekke’de akıllara durgunluk veren sözler söylediğini işittiği Allah Resûlü’ne duyduğu özlemle Mekke’ye koşup gelen tanınmış insanlardandı kişilerdendi. O sıralarda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Kureyş’in baskısından dolayı saklanıyordu. Amr b. Abese, bir yolunu bulup Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna ulaştı ve Allah Resûlü’ne:
“Sen kimsin?” diye sordu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Peygamberim” buyurdu.
Amr bin Abese:
“Peygamber kime denir?” dedi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise:
“Beni Allah gönderdi” buyurdu.
Bunun üzerine Amr b. Abese:
“Ne mesajla gönderdi?” diye sordu.
Allah Resulü de buna cevap olarak şöyle buyurdu:
“Allah bana akrabalık haklarının yerine getirilmesini, putların kırılmasını, Allah’ı bir kabul etmeyi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamayı bildirerek göndermiştir” buyurdu.
Amr b. Abese:
“Bu dine inanan kaç kişi var” diye sordu. Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Bir hür kişi —Ebu Bekir— ile bir köle —Bilâl-” buyurdu. Amr:
“Ben de size uyuyorum” deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Bu şimdi imkânsız. İnsanlarla aramda olanları görüyorsun. Başarıya ulaştığımı duyduğun zaman koş gel” buyurdu. Nitekim Amr, bu söz üzerine beldesine geri döndü. Hicretten sonra insanlardan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in başarıya ulaştığını öğrenince hemen huzuruna gitti.
Dammâd B. Sa’lebe’nin Müslüman Oluşu
Dammâm b. Sa’Iebe, Ezd kabilesinin reisi ve cahiliye döneminden beri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in dostlarındandı. Mekke’ye uğradığında Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e cinnet geldiğini duymuş, büyü ve üfürükçülük yaptığı için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına giderek “istersen seni tedavi edeyim” demişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise şöyle buyurmuştu:
“Hamd ve sena Allah’a özgüdür. O’na hamdeder, O’ndan yardım dileriz. C kimi doğru yola iletmişse, hiç kimse onu doğru yoldan çıkaramaz. Kimi saptır-mışsa, hiç kimse onu doğru yola getiremez. Bütün varlığımla inanıyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Sadece O vardır. Ortağı yoktur. Bütün varlığımla şehâ-det ederim ki, Muhammed Allah’ın elçisi ve kuludur.” Bu ifadeler, Dammâd üze rinde derin bir etki yaptı ve “Ne olur o sözleri bir kez daha söyle” dedi. Bunuı üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, söylediklerini tekrarladı. Dam mâd, üçüncü kere tekrar etmesini rica etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel lem üçüncü kez aynını söylediğinde Dammâd kendinden geçmiş ve tamamen bü yülenmiş gibi olmuştu. Bu ruh haliyle şöyle dedi: “Kahinlerin sözlerini, büyücülerin tılsımlarını, şairlerin derin ve etkili şiirlerini duydum, gördüm ve dinledim. Ama bunlar gibisini hiçbir yerde duymadım. Bu, denizlerin derinliklerine nüfuz edecek kadar güçlü sözlerdir. Geliniz, elinizi uzatınız. Size bîat ediyor ve müslü-manlığı kabul ediyorum” dedi. Hz. Peygamber salîallahu aleyhi vesellem, onun İslama girişine dair biâtıru aldı. Sonra da: “Kabilenin adına da biat et” buyurdu. Dammâd, bütün kabilesi adına da biat eti. Kabilesi de Dammâm b. Sa’lebe’nin daveti üzerine müslümanlığı kabul etti. Bir keresinde savaşa giden müslüman askerler, bu kabilenin topraklarından geçmişlerdi. Komutan: “Herhangi biriniz bu kabileden birşey aldı mı?” diye sordu. Bunun üzerine bir asker: “Bende bir ibrik var” deyince, komutan: “Geri ver” diye emretti.
Ebu Zer (Ra)’ın Müslüman Oluşu
Ebu Zer (ra) hazretlerinin müslüman oluşu, özellikle burada zikredilmeye değerdir.
Gıfar kabilesi, Kureyş kabilesinin Suriye ticaret yolu üzerinde yaşıyordu. Orada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem’in durumu, herkesin ilgisini çekmeye başlayınca, putperestlikten nefret etmiş, Hakk’ı ve gerçeği aramaya koyulmuş olan Ebû Zer (ra) hazretleri, kardeşi Enis’e: “Hemen Mekke’ye git de, Peygamberlik iddiasında bulunan bu adamın neler anlattığını ve neler öğrettiğini anla gel” dedi. Enîs, Mekke’ye gitti ve durumu araştırıp Öğrenerek geri döndü. Ağabeyi Ebu Zer’e: “O güzel ahlâkı öğretiyor, dürüstlüğü telkin ediyor. Söylediği sözler de şairlikten ve şiirden çok farklı şeylerdir” dedi. Ebu Zer (ra) hazretleri bu kısa cevapla tatmin olmadı. Kalkıp yola koyuldu. Yol azığı olarak testiye su doldurdu, yanma da biraz yiyecek aldı. Mekke’ye gittiğinde korkusundan hiç kimseye Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i soramıyordu. Kabe’de Hz. Ali ile tanıştı. O, Ebu Zer’i evine misafir götürdü. Ama üç gün boyunca ona da birşey sormaya cesaret edemedi. Sonunda Hz. Ali’nin kendisi: “Buraya ne maksatla geldin?” diye sorunca, korka korka amacını anlattı. Sonra da kendisinden kesin söz alarak bu sırrı hiç kimseye açıklamamasını istedi. Hz. Ali (ra), onu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem’in huzuruna götürdü. Resûlüllah ona Islâmı anlattı ve: “Şimdi evine geri dön. Bir haberciyle sana birşeyler bildirirsem ona göre hareket edersin” buyurdu. Ama o îslâmın cezbesine kapılmıştı. Kendini tutamaya-rak, “Müslüman olduğumu açıklamadan duramam. Bunu herkesi ilan edeceğim” dedi. Kabe’ye gitti ve bütün gücüyle: “Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah” diye bağırdı. Bu sesi duyar duymaz her taraftan insanlar üzerine atıldılar ve dövmeye başladılar. Abbas (ra) gelip kendisini kurtardı ve Kureyşliler’e: “Ticaret yolunuzun Gıfâr kabilesinin topraklarından geçtiğini unutuyor musunuz? Bu adam o kabiledendir” dedi. Bu söz üzerine adamlar onu bıraktılar. Ebû Zer (ra) ertesi gün Kabe’ye giderek aynı şekilde müslümanlığın ilan etti. Aynen bir önceki gün olduğu gibi oldu. O gün de yine Abbâs (ra) geldi ve hayatım kurtardı.
Gıfâr Kabilesinin Müslüman Oluşu
Ebû Zer (ra) Mekke’den dönüp de kabilesini Islama davet edince, kabilenin yansı o anda müslüman oldu. Geri kalanlar da, “Biz, Muhammed sallallahu aleyhi vesel-lem Medine’ye gidince müslümanlığımızı açıklayacağız” dediler. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye gidince, kalan insanlar da müslüman oldular.
Eşlem kabilesi, Gıfâr kabilesinin yakınlarında yaşıyordu. İki kabile arasında eskiden beri devam eden güçlü bağlar vardı. Gıfâr’ın etkisiyle onlar da tslâmı kabul ettiler. Bu kabilelerin her ikisi de Islâmdan önce hırsızlıkla tanınırlardı. îslâmın bu tür davranışlara karşı olduğunu bilerek müslüman oldular.
Evs Ve Hazrec Kabilelerinin Müslüman Oluşu
Hac mevsiminde Arabistan’ın bir çok kabilesi Mekke’de biraraya gelirlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bunu fırsat bilerek her kabilenin konak yerine gider, onları îslâma davet ederdi. Medine kabilelerinden olan Evs ve Haz-rec kabilelerinden hatırı sayılır bir topluluk böyle bir hac toplantısında tslâmı kabul ettiler. Bu olayın arkasından Mus’ab b. Umeyr (ra) İslâm davetçisi yapılarak Medine’ye gönderilince, onun çabaları sayesinde birkaç ay içinde iki aile dışında bütün aileler müslüman oldular. Hicretten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Medine-i Münevvere’ye gelince yukarıda anlatıldığı gibi, çevrede bulunan kabilelerden Gıfâr ve Eşlem kabileleri de müslümanhğı kabul ettiler. Bunun arkasından, kısa sürede Bedir savaşı ortaya çıktı. Bu savaşta Kureyşliler yenildi ve 70 kişi müslümanların eline esir düştü. Kureyş, bu esirlerin serbest bırakılması için Medine’ye gidip gelmeye başladılar. Bu yakınlaşmadan dolayı insanlar, müslümanlarla görüşmeye, konuşmaya ve onları tanımaya imkân buldular. Bu görüşmelerin etkisiyle bazı kimseler müslüman oldu. Bunlardan pek çoğu bu gi-diş-geliş ve görüşmeler sırasında, Kur’ân-ı Kerîm’in kulaklarına tesadüfen ulaştığı kimselerdi. Katı düşmanlıklarına rağmen, Kur’an sayesinde kalpleri yumuşamış, taş gibi sertken mum gibi yumaşak hale gelmişti. Cübeyr b. Mut’un, Bedir’de esir düşenleri fidye vererek serbest bıraktırmaya gelmişti. Bir yakını onlarla birlikte esir bulunuyordu. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in okuduğu şu âyeti duydu:
“Acaba onlar, herhangi bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır onlar düşünüp hakikati anlamazlar.” (Tur 52/35-36)
Cübeyr B. Mut’ım’ın Müslüman Oluşu
Cübeyr b. Muf im, “Bu âyetleri işitince kalbimin uçup gittiğini hissettim” demiştir. Sahih-i Buhârf de Tûr sûresinin tefsirinde bu olay zikredilmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke’de iken Bizans’la İran arasında savaş çıkacağını ve Bizans’ın üstün geleceğim daha önce haber vermişti. İşte bu olay, tam Bedir zaferi sırasında gerçekleşti. Kur’ân-ı Kerîm’in önceden verdiği habere uygun olarak 7 yıl sonra Bizanslılar İran’ı tamamen yendiler. Bu muhteşem mucize sayesinde bir çok insan Islâmın doğruluğuna kanâat getirdiler.
Özetle söylemek gerekirse îslâm dini kendiliğinden ama ağır ve aşamalı olarak yayılmaya devam ediyordu. Hicretin 5. yılında Kureyş, Kinâne, Gatafân, Esed ve diğer kabileler birleşerek Medine’ye saldırdılar ve yenildiler. Bu savaşa Ahzâb savaşı denir ki, daha önce genişçe anlatılmıştır. Bu yenilgi, Kureyş’in her yeri kaplayan ününü ve diğer kabileler üzerindeki etkisini hayli azalttı. Islâmı kabul etmeye hazır oldukları halde Kureyş’ten çekindikleri için müslümanhklarını açıklamaya cesaret edemeyen kabileler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e heyetler göndermeye başladı.
Huzeyme Kabilesinin Müslüman Oluşu
Dk gelen heyet, Huzeyme kabilesi tarafından gönderilmiştir. Heyet, dörtyüz kişiden oluşmuştu. Huzeymeliler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e emir verdiği takdirde hicret ederek Medine’ye gelmek istediklerini söylemişlerse de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Nerede bulunursanız bulunun, muhacirsiniz”[33] buyurarak onları kabilelerine geri göndermiştir.
Eşca’ Kabilesinin Müslüman Oluşu
Aynı günlerde Eşcâ kabilesinden yüz kişilik bir heyet Medine’ye geldi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Seninle savaşmak istemiyoruz. Barış anlaşması yapmak istiyoruz” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bunu kabul buyurdu. Bu insanlar, o ana kadar inançsız kalmışlardı. Ama barış gerçekleşince, kendiliklerinden îslâmı kabul ettiler.
Cüheyne Kabilesinin Müslüman Oluşu
Cüheyne kabilesi yukarıda zikrettiğimiz kabilelerin yakınlarında yaşayan bir kabileydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları da İslama davet etti. Onlar da bin kişilik bir toplulukla Medine’ye gelerek müslüman oldular. O günden sonra çoğu müslümanlarla birlikte gazvelere katıldılar.
Gıfâr, Eşlem, Müzeyne, Eşca’ ve Cüheyne kabilelerinin, Islama girişte yarışmalarından dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlar hakkında hayırlı dualarda bulunmuştur.
Hudeybiye Barışı’nın Etkileri
Yukarıdan beri anlatageldiğimiz üzere Hudeybiye Barışı’nın arkasından inkarcılarla müslümanlar tam bir serbestlik içinde buluşup görüşüyorlardı. Bu rahat görüşme ve buluşma ortamından dolayı inkarcılar bazan açık, bazan da gizli yürütülen bu buluşma ve görüşmelerinde müslümanların anlattıklarını dinleme fırsatı buluyorlardı. Bunun sonucu olarak da savaşın sürdüğü yıllarda müslüman olanların sayışma oranla Hudeybiye Barışı’nı izleyen iki yıl zarfında müslüman olanların sayısı, daha önce müslüman olanların sayısından kat kat fazlaydı. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hudeybiye Barışı’nın yapıldığı yıl umre yapmak niyetiyle Medine’den çıktığında yanında sadece binbeşyüz kişi vardı. İki yıl sonra Mekke’yi fethetmek için yola çıktığında ise beraberinde onbin kişilik muhteşem bir İslâm ordusu vardı.
Hudeybiye Barışı’nın etkileri: Bu anlaşmaya sadece Kureyş ve Kinâne kabileleri katıldığı ve bütün Arapları kapsamadığı için doğrudan, Kureyş’in etkisi altında olmayan veya onların dostu ve anlaşmalısı olmayan diğer kabileler hâlâ Medine’ye saldırı hazırlığı yapıyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunlara karşı Medine’yi ve müslümanları korumak için küçük ölçekli askerî birlikler gönderiyordu. Bunun yanısıra güvenli yerlere de, insanları Islama davet etmeleri için davetçileri gönderilmeye başlandı. Bu davetçileri koruma amacıyla yanlarına küçük çapta bir askeri birlik verildiği için siyerciler, bu heyetleri de seriyyeler arasında saymışlardı.
Araplar, Kabe’nin mütevellisi olmasından dolayı Kureyş kabilesini dini önder kabul ettikleri için Kureyş’in sonunun ne olacağını ve neye karar vereceğini bekliyorlardı. Amr b. Seleme, Medine’den uzakta bir geçit üzerinde yaşayan bir saha-biydi. Sahih-i Buhârî’de şöyle söylediği nakledilmiştir:
“Araplar, Kureyş’in müslüman olmasını bekliyor ve şöyle diyorlardı: “Mu-hammed’i sallallahu aleyhi vesellem kendi kabilesi olan Kureyş’le karşı karşıya bırakın. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem onlara üstün geldiği takdirde, o zaman gerçek bir peygamber olduğundan şüphe edilemez.” Nitekim Mekke fethedilince her kabile îslâma girebilmek için birbiriyle yansır oldular.”
îbn Hişâm daha açık bir ifadeyle şunları yazmaktadır:
“Araplar, islâm konusunda Kureyş’i bekliyorlardı. Kureyş bütün yarımadanın lideri ve Kabe’nin mütevellisi, îsmail (as)’m öz evladı ve diğer bütün Arap kabilelerinin lideriydi. İçlerinde yalnız Kureyş, Hz. Peygamber’e karşı savaş başlatmıştı. O bakımdan Mekke fethedilip de Kureyş teslim bayrağını çektiğinde İslâm bütün Mekke’ye yayıldı. İşte o zaman Araplar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le savaşmaya ve O’na karşı koymaya güçlerinin yetmeyeceğini kesinlikle anladılar. Bundan sonra Allah’ın dini îslâma dalga dalga girmişlerdir. Allah Teâlâ bunu bildirerek: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman..” (Nasr 110/1-3) buyurmuştur.
Özetle diyebiliriz ki: tslâmın sadelik ve doğruluğuna, Arapların da zeki oluşlarına ve hızlı kavrayışlarına rağmen, îslâmm onlar arasında yayılmasında görülen gecikmenin sebebi; daha çok kabile ve hanedan liderlerinin aykırı tutum takınmalarıydı. Çünkü kabile ve hanedan liderleri, başkalarının emrine girerek otoritelerini yitirmek istemiyorlardı. Kabile ve hanedanlık mensupları da, bu çemberi kırarak hakkı kendi kendilerine kabul edemiyordu. Mekke fethedilerek Kureyş otoritesine son verilmiş ve kabilecilik çemberi kırılmış olduğundan, hak yol üzerinde bir engel oluşturan bâtıl kayası safdışı edilmiş oluyordu. Artık hakkın ilerlemesinde hiçbir yavaşlama olamazdı. Mekke’nin fethinden sonra insanları îslâma davet etmek için gönderilen İslâm davetçilerinin gittikleri yerlerde haince pusulara düşme tehlikesi kalmadığından Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yarımadanın her köşesine insanlara îslâmm güzelliklerini ve faziletlerini anlatarak onları müslümanhğa çağıran davetçiler gönderdi.
Davetçiler aşağıdaki ölçülere göre belirleniyordu:
1-lslâm davetçilerine zarar verilmemesi ve serbest hareket etmelerinin sağlanarak Islâmın rahatça tebliğ edebilmeleri için yanlarına bir miktar asker veriliyordu. Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hâlid (ra)’ı Yemen’e gönderdiğinde yanına bir miktar asker de vermişti. Ona halka asla baskı yapmamalarını tembihle-mişti. Altı ay boyunca yaptıkları çağrıya hiç kimse ilgi göstermemiş ve Hâlid (ra) hiçbir şey yapamamıştı. Hâlid (ra), komutan ve askerî bir liderdi. Kendisi tebliğci ve vaiz değildi. Yetenekleri dînî bilgilerden çok askeri alanda idi. O bakımdan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun yerine Hz. Ali’yi gönderdi. Hz. Ali kabilelere teker teker gidip Islâmı anlatmaya başlayınca, kabileler kısa sürede Islâmı kabul ettiler.
İslama davet için gönderilen bu tebliğcileri, büyük alim ve tarihçi Taberî/ şu cümleleriyle tarif etmektedir:
“Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke çevresine, insanları Allah’ın dinine davet etmeleri için birtakım heyetler göndermişti. Ama güç kullanmalarını kesinlikle yasaklamıştı:
Hz. Peygamber, Hâlid (ra)’ı Cüzeyme kabilesine gönderirken bu şekilde îslâma davet etmesi için göndermişti. Ama onun güç kullanımına giriştiğini haber alınca ayağa kalkarak yüzünü kıbleye dönüp iki elini havaya kaldırdı ve: “Ey Allahım! Ben Hâlid’in yaptığı hareketlerden uzağım” buyurdu. Sonra Hz. Ali’yi gönderdi.
Adı
Muhacir b. Ebî Ümeyye
Ziyâd b. Rebr Hâlid b. Saîd
Adî b. Hâtem
Alâ b. Hadramî Ebû Mûsâ el-Eş’arî
Muâz b. Cebel
Celil b. Abdullah Becelî
Gönderildiği Yer
Yemen’in San’a şehrine
Hadramûfa Yemen’in San’â şehrine edenlerdendir, ilk defa o,
Yemen’deki Tayy kabilesine
Bahreyn’e Zebîd ve Aden’e
Cünd’e
Zü’1-Kilâ’ Himyerfye
Kimliği
Hz. Peygamber’in eşi olan Ümmü Seleme (ra)’nm kardeşiydi. Bedir savaşına katılan sahabîlerdendir. İslâm’a ilk girenlerden ve Habeşistan’a hicret kağıtların baş tarafına “Bİsmülâhirrahmânirrahîm” yazmıştır. Ünlü bir sahabîdir. Hâtenvi Tâî onun babasıydı.
Onun davetine muhatap olan hemen hemen bütün insanlar müslüman olmuşlardır. Ünlü bir ilim sahibi sahâbidir.
Celil, ünlü bir sahâbidir Zü’1-Kilâ’ Himyerî, Yemen’in hükümdar aüesindendi. Bir yerde yüzbin kişi ona secde etmişti. Celîl’in daveti üzerine müslüman olunca, sevinçten dört bin köleyi âzâd etmişti.
Hz. AU öldürülen her insanın kan bedelini, hatta köpeklerine varıncaya kadar telef edilen herşeyin diyetini ödedi.
îslâmı yaymak gayesiyle çevreye gönderilen silahlı heyetler, Hz. Peygamber tarafından teker teker imtihan edilirdi. Bunlar arasında Kurân-ı Kerîm’i en çok ezbere bilen şahabı kafile komutanı yapılırdı. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir keresinde bu tür bir askeri birlik gönderirken, herkese birer birer Kur’ân okutarak dinledi.[40] Bunlar arasında yaşı küçük bir genç vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun yanma gitti ve “Kurân-ı Kerîm’den ezberinde olan yerler var mı?” diye sordu. O da “Bakara sûresi ve falan falan sûreler ezberim-dedir” diye cevap verince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Sen hepsinin emîrisin” buyurdu.
2-îslâm idaresi altına giren bölgelere, zekat ve cizyeleri toplamak üzere devlet görevlileri gönderiliyordu. Bu kişiler daha çok takva sahibi, günahlardan alabildiğine sakınan ve iffeti herkes tarafından kabul edilmiş kimselerden seçiliyordu. Bunlar aynı zamanda îslâmı bilen ve onu tebliğ etmekten anlayan kimseler oldukları için resmî görevlerini yaparlarken, îslâmı tebliğ etme görevini de yerine getiriyorlardı. Bunlardan bazüannın adlan yan sayfadaki listede verilmiştir:
3-Bazı kişiler Özellikle îslâm’ı yayma maksadıyla gönderiliyorlardı. Derin araştırmalarla bu tün îslâm davetçilerinin adları aşağıdaki listedeki gibi tesbit edilmiştir.
Adı Gönderildiği Yer
Ali b. Ebî Tâlib (ra) Hemedân, Cüzeyme ve Mezhac kabileleri
Muğîre b. Şu’be (ra) Necran
Deber b. Yahnes (ra) İranlılar
Muhayse b. Mes’ud Fedek
Ahnef Süleym kabilesi
Hâlid b. Velîd Mekke çevresine
Amr îbn As Amman
4-Kabile başkanları Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek müslüman oluyorlardı. Birkaç gün orada kaldıktan sonra kabilelerini îslâma davet etmek üzere geri dönüyorlardı. Bu kişilerin adları ve yerleri şöyledir:
Adı Yerleri
Tufeyl b. Amr Devs kabilesi
Urve b. Mes’ûd Sakîf kabilesi
Amir b. Şehr Hemedân kabilesi
Dammâm bin Sa’lebe Benû Sa’d kabilesi
Münkız b. Hıbbân Bahreyn
Sümâme b. Asal Necd bölgesi
Bu davetçiler sayesinde İslâm her tarafta hızla yayıldı. Mekke’nin fethinden sonra yukarıda da anlatıldığı gibi, Mekke çevresine davetçiler gönderilmişti. İnsanlar da gönüllü olarak müslüman oluyorlardı. Kurân-ı Kerîm’in şu âyetleri bu dönüşüme işaret etmektedir:
“Allah’ın yardımı ve zafer geldiğinde insanların, Allah’ın dinine bölük bölük girdiğini görürsün…” (Nasr 110/1-3)
Mekke’nin fethedilmesinden üç ay sonra, Zilhicce ayının dokuzunda Hac mevsiminde Berâet (=Herkesin suçunun bağışlandığı ve yeni bir dönemin başladığı) ilan edildi. Bu olaydan sonra istisnasız bütün Hicaz topluca îslâmiyeti kabul etti. Peygamberlik döneminin yirmibir yılı içerisinde Kureyşliler’le yahûdîlerin engellemelerinden dolayı İslâm Hicaz bölgesi dışında gelişememişti. Hicaz dışında sağa sola dağılmış çok az sayıda müslüman vardı. Ama bu engellerin ortadan kaldırılmasından sonra, sadece üç yıl zarfında yani hicretin 8, 9 ve 10. yıllarında Islâmm etkisi bir taraftan Yemen, Bahreyn, Yemâme ve Ummân’a diğer taraftan Irak ve Suriye sınırlarına kadar yayılmıştır. Bunlar, Araplann Islâmdan önce büyük çaplı devletler kurdukları bölgelerdi ve henüz o günki dünyanın iki büyük gücü olan Bizans’la İran imparatorluklarının idaresi altında bulunuyorlardı. Buna rağmen İslâm silaha başvurmaksızın barış ve güven gölgesi altında sesini yükselterek ilerliyordu. Artık her köşeden “Lebbeyk” (^Çağrıya katılıyorum) sesleri geliyordu.
Yemen
Arabistan’ın bütün bölgeleri içinde en verimli topraklara ve yeşiliğe sahip olan bölge Yemen’di. Çok eski zamanlardan beri medeniyet ve ticaretin merkezi olagelmişti. İki muhteşem devlet —Sebe ve Himyer devletleri-burada kurulmuştu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem doğmadan yaklaşık elli yıl önce M. 520 yılında Habeşistanlı hıristiyanlar, Yemen’i ele geçirmişlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in doğumundan birkaç yıl sonra da bölgeyi İranlılar ele geçirmişlerdi. Yemen’de onlar tarafından tayin edilmiş, Yemenli bir vali bulunuyordu.
Yemen’de İslâm davetinin tutunmasının Önünde değişik engeller bulunuyordu. Köken farklılığı bunlardan biriydi. Yemenliler Kahtânî idiler. İslâm davetçisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ise, Hz. İsmail soyundan geliyordu. Yemenliler eski şanlı günleriyle, kurdukları devlet ve medeniyetlerle övünüyorlardı. Araplar, — bunu yerinde bularak— Yemenlilerin daha ileride olduklarını kabul ediyor ve yarımadayı idare etmeye lâyık kimseler olduklarını kabulleniyorlardı. Yarımadanın neresinde düzenli bir devlet idaresi varsa ırk olarak bu sülaleden sayılıyordu. Nitekim Ye-men’den, oranın hanedanlarından biri olan Kinde kabilesinden bir heyet gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i bir Arap lideri kabul eden heyet başkanı: “Ey Allah Resulü! Seninle biz aynı sülâleden değil miyiz?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Biz Nadr b. Kinâne ailesindeniz. Ne annemizi suçlayıp ona iftira edebiliriz, ne de babamızı inkar edebiliriz” buyurdu.
Yemen’de îslâmın yayılması karşısındaki en büyük engel; bölgenin politik olarak Iran yönetimi altında olması ve halkının da genellikle hıristiyan veya yahûdî dininde olmasıydı. Ama hakkı kabul noktasında hiçbir şey onlara engel olamadı.
İslâm daveti Yemen’e Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden çok önce ulaşmıştı. Yemen’de en seçkin kabile, Devs kabilesiydi. Kabile reisi Tufeyl b. Amr bir tesadüf eseri Mekke’ye gelmiş ve nıüslüman olmuştu. O günlerde Kinde kabilesi de hac için Mekke’ye gelmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onları Is-lâma davet etti. Ama onlar bun daveti reddettiler.[45] Hicretin 7. yılında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber’e gitmişti. Devs kabilesi müslüman olarak îslâmın merkezi Medine’ye geldi. Yemen’in başka bir ünlü kabilesi ise Eş’ar’dı. Onlar da îslâmı kendiliklerinden kabul ederek Habeşistan muhacirleriyle birlikte Peygamber’e geldiler. Devs kabilesinden Ebû Hüreyre (ra) ile Eş’ar kabilesinden Ebû Mûsâ el-Eş’ârî (ra), kabile mensuplarıyla birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelmişlerdi.
Yemen’in en kalabalık ve en etkili topluluğu Hemedân sülâlesi idi. Hicretin 8. yılının sonunda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onları Islama davet etmesi için Hâlid (ra)’ı gönderdi. Hâlid (ra) onları altı ay boyunca Islama çağırdı ise de, îslâmı kabul etmediler. Sonunda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hâltd (ra)’ı geri çağırarak yerine Hz. Ali’yi gönderdi. Hz. Ali bu insanları toplayarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek mektubunu okudu. Ardından bütün kabile eksiksiz müslüman oldu. Hz. Ali (ra) bu olayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e bildirince, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem şükür secdesi yaptı ve başını secdeden kaldırdığında iki kere:
“Hemedânlılar’a selam olsun!” buyurdu.
Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre Hemedân tslâmın ihtişamla yayılışını duyunca Amir b. Şehr’i Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e göndermişti. Kendisi şöyle dedi “Eğer istersen hepimiz bu dini kabul etmeye hazırız, istemediğin takdirde, yine de seninle beraberiz.” Amir b. Şehr, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzurundan geri döndüğünde kalbi islâm nuruyla dolmuştu. Kabilesine ulaşmasının hemen ardından, bütün kabile mensupları müslüman oldular. Bu iki olaydan her ikisinin de gerçek olması mümkündür. Bu başarı, ikisi sayesinde gerçekleşmiş olabilir. Yemen halkı, Hz. Ali’ye çok ısınmıştı. Hicretin 10. yılının Rebî-ülevvel ayında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem üçyüz süvariden oluşan bir birliğin korumasında Hz. Ali’yi, Yemen’deki Mezhac kabilesine îslâmı anlatmak üzere gönderdi. Hz. Ali’ye: “Onlar saldırmadığı sürece, sakın onlara el uzatma” buyurdu. Hz. Ali, Mezhac kabilesinin topraklarına ulaşınca, vermeleri gereken cizyeyi almaları için çeşitli yerlere adamlarım gönderdi. Tam o sırada Mezhac kabilesinden bir kalabalığın geldiği görüldü. Hz. Ali (ra) giderek, onları İslama davet etti. Ama bu güzel davranışa ok ve taş atarak karşılık verdiler. Bunu gören Hz. Ali, arkadaşlarını savaş düzenine soktu. Mezhac yirmi kayıp vererek kaçıp gitti. Müslümanların amacı kendilerini savunmak olduğundan, onlan takip etmediler. Daha sonra kabilenin liderleri bizzat gelerek müslürnanlığı kabul ettiler. Orada olmayan kabile mensuplarına da vekâlet ederek onların da müslüman olduğunu ilân ettiler.
Yemen’de yerleşmiş olan İran asilzadelerine “Ebnâ=Oğullar” denirdi. Hicretin 10. yılında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Veber b. Yohannes hazretlerini, İslama davet etmesi için onlara gönderdi. Veber b. Yahnes, Numan b. Bü-zürg’ün evinde, onun oğullarının misafiri oldu ve Firûz Deylemf ye, Mergbûd’a ve Vehb bin Münebbih’e, İslama davet mektupları gönderdi. Hepsi de îslâmı kabul etti. San’a’da Kur’ân-ı Kerîm’i ilk ezberleyenler Mergbûd’un oğlu Ata ile Vehb b. Münebbih idi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Yemen’de îslâmı tebliğ etmeleri için Muâz b. Cebel ile Ebû Mûsâ el-Eş’ârfyi göndermişti. Bu iki büyük insan, Yemen’in her köşesine giderek îslâmı yaymaya çalıştılar. Medine’den hareket ettikleri sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kendilerine verdiği talimatlar, İslâm davetinin de ana esaslarıydı. Allah Resulü onlara şöyle buyurmuştu:
“Kolaylık gösteriniz, zorluk göstermeyiniz. insanları müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birlikte hareket ediniz. Daha Önce bir dine mensup olan insanlara gideceksiniz. Gittiğinizde, herşeyden Önce onlan Allah’ın birliğine ve Peygamber’e inanmaya davet ediniz. Bunu kabul ettikleri takdirde, kendilerine “Allah size gece ve gündüz beş vakit namaz kılmayı farz kıldı” deyin. Bunu da kabul ettiklerinde, zekât vermeleri gerektiğini söyleyerek, bunun da zenginlerinden alınarak fakirlerine verileceğini bildiriniz. Dikkat edin, eğer zekât vermeyi de kabul ederlerse, mallarının en güzellerini seçerek almaktan sakının. Suçsuz ve mazlum olanların beddularından sakının. Çünkü onlarla Allah arasında hiçbir engel yoktur” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Mûsâ el-Eş’ârî: “Ey Allah Resulü! Benin memleketim Ye-men’de arpa ve baldan içki yapılır. O da haram mıdır?” diye sorunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Sarhoşluk veren herşey haramdır” buyurdu.[49] [50]
Necrân
Yemen’in hemen bitişiğinde Necrân bölgesi bulunmaktaydı. Necrân, Arabistan’da Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biriydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, hicretin 7. yılında yapılan Hudeybiye Banşı’ndan önce müslüman olmuş olan Muğîre b. Şu’be (ra)’ı Islama davet için Necrân’a gönderdi. Hıristiyanlar, Kur’ân-ı Kerîm’e itiraz etmeye başladılar. Muğîre onlara cevap veremeyince geri dönüp geldi. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları Islama davet eden bir mektup gönderdi. Bu mektupta: “Eğer îslâmı kabul etmezseniz, Is-lâmın idarî sistemine itaati kabul ediniz ve cizye veriniz” yazıyordu. Necrânlılar, rahipleri ve dinî liderlerinden oluşan bir heyeti durumu değerlendirmek üzere Medine’ye gönderdiler. Bu heyet hakkında ileride geniş bilgi verilecektir.
Hıristiyanlar dışında Necrân’da bir miktar da müşrik yaşıyordu. Bunlardan Benû Haris b. Ziyâd kabilesi vardı ki Medân adında bir puta tapıyorlardı. Bu yüzden kabile Abdülmedân adıyla da ünlüydü. Hicretin 10. yılının Rebîülâhir ayında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hâlid b. Velîd (ra)’ı Islama davet etmesi için onlara gönderdi. Hâlid (ra) oraya ulaşır ulaşmaz, hepsi müslümanhğı kabul ettiler. Hâlid (ra) orada bir süre kalarak onlara Kurân-ı Kerîm’i ve Islâmın emirlerini öğretti.
Hz. Peygamber’in Yemenlller’e Hayır Duası
Yemenlilerin herhangi bir teşvik ve tehdide maruz kalmadan tam bir içtenlikle ts-lâmı kabul etmeleri, Allah Teâlâ’nın özel merhamet ve lütfunu gerektirmeyecek bir olay değildi. Eş’arîler’in gelmekte oldukları haberini alan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem müjde vererek: “Yarın, ince kalpli ve yumuşak tabiatlı Yemenliler geliyor” buyurdu. Yemenliler müslüman olunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şükür secdesi edip arkalarından selâmetleri için dua etti. Himyer ve Temîm kabilelerinin heyetleri geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, önce Temîm kabilesinin heyetlerine döndü ve: “Ey Temîm heyeti! Müjdeyi kabul ediniz” buyurdu. Temîm heyeti de: “Ey Allah Resulü! Biz, müjdeyi kabul ettik. Biraz da karşılığında bize ikramda bulunun” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onlardan yüzünü çevirerek: “Müjdeden daha değerli ne olabilir ki karşılığında ikramda bulunayım?” buyurdu. Sonra Yemenli-ler’e döndü: “Ey Yemenliler! Temîmliler müjdeyi kabul etmediler, siz kabul ediit” buyurdu. Yemenliler hiç düşünmeden: “Ey Allah Resulü! Biz kabul ettik” dediler. Sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hepsine birden: “îman, Yemenliler’in imanıdır. Hikmet ve bilgelik Yemenliler’in hikmet ve bilgeliğidir” buyurdu.
Yemen’e gönderilen îslâm davetçilerinden Hz. Ali ile Ebu Musa el-Eş’arî, Veda Haccı sırasında Yemen’den döndüler ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte haccettiler. Bu ikisiyle birlikte Yemen’den bir çok yeni müslüman olmuş kişi, Hac için geldiler.
Bahreyn (Hicrî 8. Yıl)
Bahreyn, iran’ın idarî sınırları içine giriyordu. Arap kabileleri vadilere yerleşmişlerdi. Bunlardan ünlü ve etkili olanlar, Abdü’1-Kays, Bekr b. Vâil ve Temîm kabileleriydi. Abdülkays kabilesinden, Münkız b. Hıbban, ticaret için yola çıktı. Yolu Medine’den geçiyordu. Orada bir süre kaldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, durumu haber alınca, yanma gitti ve ona îslâmı anlatarak müslüman olmasını istedi. O da müslümanlığı kabul etti ve Fatiha sûresi ile Alak sûresini ezberledi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem kendisine bir ferman verdi. Seferden döndükten sonra birkaç gün boyunca bu fermam kimseye göstermedi. Karısı onun namaz kıldığım görünce babası Münzir b. Ayiz’e şikayet etti. Münzir durumu damadı Münkız İle bir süre görüştükten sonra kendisi de müslüman oldu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek fermanını insanlara okudu. Bunun üzerine herkes müslümanlığı kabul etti.
Sahih-i Buhârrnin Kitâbu’l-Cum’a bölümünde Peygamber Mescidi’nden sonra Cuma namazının kılındığı ilk mescidin, Bahreyn’de Cuvâsî denen yerde yapıldığı bildirilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, islâm daha ilk dönemlerde Bahreyn’de yayılmıştı.
Bahreynliler, îslâmı kabul etmelerinden sonra ondört kişiden dluşan bir heyeti Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le görüşmeye gönderdiler. Bunların emîri ve komutanı Münzir b. Hâris’ti. Bu heyet Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Mescid’ine ulaştıklarında öylesine kendilerinden geçtiler ki, bineklerinden atlayarak koşup Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ellerini öptüler. Münzir, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e nasıl saygı gösterileceğini biliyordu. Önce kalacağı yere gitti, temizlendi, elbisesini değiştirdi, sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelip mübarek elini öptü.
Hicrî 8. yılda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Alâ Hadramf yi îslâmı tebliğ etmesi için Bahreyn’e gönderdi. O dönemde, orada Münzir b. Sâvâ İran adına genel valilik yapıyordu. Münzir îslâmı kabul etti ve kendisiyle birlikte bütün Araplar ve orada yaşayan bir miktar İranlı müslüman oldular.[61] Bahreyn’de Hicr adında bir yer vardı. Burada Sîbaht admda iranlı bir idareci vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, ona bir mektup göndermişti. Bu mektubu alınca o da îslâmı kabul etti.
Umman (Hicrî 8. Yıl)
Bu şehir Evs kabilesinin elinde bulunuyordu. Ubeyd ve Ca’fer bu şehrin başkanlarıydı. Hicrî 8. yılda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Kur’ân hafızı olan Ebû Zeyd el-Ensârî ile Amr b. As (ra)’a onları Islama davet eden bir mektup vererek Ummân’a gönderdi. İki başkan da müslümanlığı kabul ettiler ve bunların teşvikiyle oradaki Araplar da müslüman oldular.
Suriye Arapları (Hicrî 9. Yıl)
Suriye bölgesine yerleşmiş olan Arapların çeşitli emirlikleri vardı. Bu emirliklerden Ma’an ile ona bağlı köy ve kazalar Ferve b. Amr’ın idaresi altında bulunuyordu. Ama bir bakıma Ferve’nin kendisi de Bizans imparatorluğu’nun genel valisi durumundaydı. Kendisi islâm’ın ne olduğunu öğrenip, tanıyınca hemen müslüman oldu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e saygısı ve bağlılığını ifade etmek için hediye olarak bir katır gönderdi. Hıristiyan Bizanslılar onun müslüman oluşunu haber alınca kendisini hapse attılar. Daha sonra da idam ettiler, idam edilirken, şu şiiri okuyordu:
Müslüman liderlere benim şu mesajımı ulaştırınız;
Benim vücudum ve şanım, şöhretim hepsi Rabbimefeda olsun.
Arabistan’la Suriye arasında Azre, Belî, Cezzâm ve daha başka bir çok kabile bulunuyordu. Belî kabilesinde, Amr b. As’ın ana tarafından dedesi bulunduğundan kendisi bir toplulukla birlikte onlara gönderildi. Cezzâm kabilesinin sahasına ulaşınca, onların kendilerine saldırmalarından endişe etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e haberci göndererek yardım gönderilmesini istedi. Medine’den, Ebu Ubeyde (ra) komutasında savunma amaçlı bir birlik gönderildi. Siyer yazarları işte bu asker şevkine “Zât-ı Selâsil Gazvesi” demişlerdir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e Gelen Arap Heyetleri
İslâm davetlilerinin çağrılarını kabul ettikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna bizzat gelerek müslüman olduklarını ilan etmek isteyen kimselerin gruplar halinde gelişleri için, siyer bilginleri “Heyetler” terimini kullanmışlardır. Bu tür heyetlerin sayısı hayli fazladır, tbn-i Ishâk, sadece on-beş heyetten bahsetmektedir. İbn-i Sad ise yetmiş heyetten sözetmiştir. Dimyatı, Moğultâyî ve Zeyneddîn Irâkî de bu sayıyı vermektedirler. Ama Siret-i Şamii kitabının yazan daha çok sayı vermekte ve yüzdört heyetten haber vermektedir. Her ne kadar bu yüzdört heyetten bahsederken, yer yer zayıf rivayetleri delil göstermekte ve pek çok heyetin isimleri belirsiz kalmaktaysa da, şurası herkesçe kabul edilmektedir ki, Medine’ye gelen heyetlerin sayısı îbn-i îshâk’ın verdiği on-beş rakamından hayli fazladır. Hafız İbn-i Kayyım ve Kastalânî derin bir araştırma yaparak ve son derece ihtiyatlı davranarak bunlardan sadece otuzdört heyetin listesini vermiştir.
Gerçek şu ki bütün Araplar, Mekke halkı olan Kureyş’in vereceği kararı bekliyordu. Mekke fethedildikten sonra bu bekleyiş bitti ve her kabile, doğrudan doğruya Islâmın merkezi olan Medine’ye giderek bir karara varmayı istedi. Araplar, artık İslama karşı duramayacaklarını anlamışlardı. Ama Hayber ve diğer yerlerdeki anlaşmaları gözönünde tutarak müslüman olmak zorunda olmadıklarını da biliyorlardı. Cizye veya başka bir yolla barış yaparak, eski durumlarım devam ettirebileceklerini de biliyorlardı.
Mekke’nin fethiyle birlikte Medine’ye her taraftan elçiler gelmeye başladı ve birkaçı dışında gelen her heyet, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek O’nu görüp, Islâmı ve müslümanlan tanıdıktan sonra imanla dopdu-lu olarak dönüyordu.
Araplar’ın en güçlü kabileleri olup etkileri çok geniş alanlara yayılmış olanlar: Benû Temîm, Benû Sa’d, Benû Hanîfe, Benû Esed, Kinde, Himyer, Hemedân, Ezd ve Tayy kabileleriydi. Bütün bu kabilelerin elçi heyetleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiler Bazıları siyasî ve idarî özellikleri olan kişilerdi. Yani, amaçlan bir fatih ve komutan olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le anlaşma yapmaktı. Ama birçoğunun geliş amacı; İs lamı iyice öğrenip derinden araştırıp tanıyarak müslüman olmak ve İslâm dairesine girmekti.
Bu heyetler daha çok Mekke’nin fethinden sonra hicrî 8,9 ve 10. yıllarda geldiler. Fakat tarihi gelişime riayet ederek daha önce gelen heyetleri anlatmayı uygun görüyoruz.
Müzeyne Heyeti
Müzeyne kabilesi, soy bakımından Mudar kabilesine kadar ulaşarak Kureyş ile birleşen büyük bir kabileydi. Mekke’nin fethi sırasında Müzeyne kabilesinin sancaktan olan ünlü sahâbî Nu’mân b. Mukrin işte bu kabiledendi. İran’ın Isfahan şehrini de o fethetmiştir. Hicretin 5. yılında bu kabileden 400 kişi, kabilenin temsilcileri olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelmiş ve Islâmı kabul etmişlerdi. Irâkî Sîret-i Mazlum isimli eserinde şöyle der:
“Medine’ye gelen ilk heyet, Müzeyne kabilesinin heyeti olup hicretin 5. yılında gelmiştir.”
Temîm Heyeti
Benû Temîm kabilesinin heyeti, büyük bir şan ve ihtişamla geldi. Akra’ b. Habis, Zeberkân, Amr b. Ehtem, Naîm b. Yezîd gibi kabilenin bütün ileri gelenleri heyete katılmışlardı. Arasıra Medine sınırlarını geçerek saldırılar düzenleyen Uyeyne b. Hısn el-Fizarî de heyette bulunuyordu.
Bu insanlar her ne kadar Islâmı kabul etme gayesiyle gelmişseler de, hâlâ kafalarında Araplık gurur ve övüncünün sarhoşluğu devam ediyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in devleti idare merkezi olan Peygamber Mescidi’ne geldiklerinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evinde bulunuyordu. Mübarek dergâhının önüne geldiklerinde: “Muhammed! Dışarı çık” diye başğırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dışarı çıktığında: “Muhammed! Seninle karşılıklı övünme yansı yapmak için geldik” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna izin verdi. Ünlü bir hatîb olan ve Nûşirevân’ın huzurundaki güzel konuşması karşüığıda armağan olarak bir kaftan kazanan Utârid b. Hâcib ayağa kalktı ve kabilesini övme amacıyla etkili bir konuşma yaptı. Özetle şöyle dedi:
“Allah’a şükrolsun ki, Onun lütuf ve keremi sayesinde taht ve tac sahibiyiz. Çok değerli hazinelere sahip olup Doğu’daki bütün kabilelerden daha şerefliyiz. Bugün kim bize denk olabilir. Bizimle aynı seviyede olduğunu iddia eden varsa, çıksın! Saydığımız özellikler kendilerinde de var mı? Saysın görelim.”
Utârid, konuşmasını bitirip oturunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Sabit b. Kays’a cevap vermesi için işaret eti. Özetle şunları söyledi:
“Hamd ve övgü, gökleri ve yeri yaratan Allah’a mahsustur. O, bize iktidar bahşetti ve kullan arasından en iyisini seçerek bize Peygamber gönderdi. O Peygamber çok şerefli bir soydandır. Herkesten daha doğru konuşan, herkesten daha güzel ahlâk sahibi olan, bütün insanlığın en seçkin ferdidir. Bu yüzden de Allah, Ki-tabı’nı O’na indirmiştir. O, insanları Islama davet etmeye başlayınca, herkesten önce muhacirler, sonra da biz ensar, îslâm davetine ‘Evet!’ dedik. Bizler, Allah’ın dininin yardımcıları ve Peygamber’in vezirleriyiz.”
Konuşmalar bittikten sonra sıra şiirlere geldi. Heyeti adına Temîm’in ünlü şairi Zeberkân b. Bedr şu kasideyi okudu:
“Biz, milletin ileri gelen insanlarıyız, hiçbir kabile bizimle denk olamaz. Bizden tahta oturanlar ve içimizden kilise inşa edenler var.”
Rivayete göre: Bir adam Medine’ye gelerek bir konuşma yapmış, bu konuşmanın güzelliği orada bulunanların hepsini hayrette bırakmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Bazı konuşmalarda büyü etkisi vardır” buyurdu, el-îsâbe fi ahvâli’s-Sahâbe isimli eserden anlıyoruz ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Zeberkân’m konuşması karşısında işte bu buyruğunu söylemişti. Zeberkân şiirini bitirince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, peygamberlik makamının şairine, yani Hassan b. Sâbit’e baktı. Bu bakışın arkasından Hassan aşka gelip:
“Fehr kabilesinin ileri gelenleri ve Fehr’in kardeşleri,
İnsanlara üzerinde yürüyecekleri yolu göstermektedirler”…şiirini söyledi.
Heyette bulunan Akra’ b. Haris, Araplar’m ünlü hakemlerinden biriydi. Büyük meseleler ve kabile davaları ona sunulur, herkes verdiği kararlara boyun eğerdi. Müslüman olmadan önce mecûsî yani ateşperestti. Şöyle bir iddiası vardı ve heyetle birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiğinde de bunu ifade ederek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Ben kimi översem, o parlar, kimi de kötülersem lekelenir” dedi.
Hitabet ve şiir yarışı yapıldıktan sonra gelen heyet, Peygamber’in hem hatibinin, hem de şâirinin, kendi hatip ve şâirlerinden daha üstün olduğunu itiraf ettiler. Sonra hep birlikte tslâmı kabul ettiler.
Benu Sa’d Heyeti
Sa’d oğulları kabilesi, Dammâm b. Sa’lebe’yi elçi olarak gönderdiler. Onun, Hz. Peygaber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelişi ve elçilik görevini yerine getiriş tarzı, bize Araplar’m tabiî ve serbest hareket biçimlerini göstermektedir. Bu görüşme, Sahih-i Buhârfnin muhtelif bölümlerinde anlatılmıştır. Kitâbu’1-îlm bölümündeki rivayet aşağıda nakledilmiştir:
“Enes b. Mâlik (ra) der ki: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzurunda oturuyorduk. Deveye binmiş biri geldi ve mescidin avlusuna girdikten sonra deveden indi. Ardından orada olanlara; ‘Muhammed sallallahu aleyhi vesellem kimdir?’ diye sordu.
Oradakiler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i göstererek, ‘Şu yastığa yaslanmış oturan beyaz al tenli olandır’ deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gitti:
“Ey Abdülmuttalib’in oğlu” dedi.
Hz. Peygamber:
“Evet!” buyurdu.
Dammâm b. Sa’lebe;
“Sana bazı şeyler soracağım. Fakat sert bir tonda soracağım için kızma” dedi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine:
“Ne sorarsan sor” buyurdu.
Dammâm b. Sa’lebe:
“Allah’a yemin ederek söyle! Allah seni bütün dünyaya mı peygamber olarak gönderdi?” dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Evet” buyurdu.
Dammâm b. Sa’lebe tekrar yemin vererek;
“Allah sana beş vakit namaz kılmayı emretti mi?” diye sordu.
Bu şekilde zekât, oruç, hac hakkında da sordu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de hepsine “Evet, evet, evet” diye cevap verdi. Bütün emir ve hükümleri duyduktan sonra:
“Adım Dammâm b. Sa’lebe’dir. Beni kabilem gönderdi. Şimdi gidiyorum ve şu anlattıklarından zerre kadar bir fazlalık ve eksiklik yapmadan söylediklerini kabileme olduğu gibi anlatacağım” dedi.
Dammâm gittikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Eğer bu adam doğru söylüyorsa, kurtuluşa ulaşmıştır” buyurdu. Dammâm kabilesine döndükten sonra: “Lât ve Uzzâ hiçbir şey değildir” dedi. insanlar da bunun üzerine:
“Sen ne diyorsun? Cinnet getirmiş veya cüzzâma yakalanmış olmayasın?” dediler.
Danunâm:
“Allah’a andolsun! Lât ve Uzzâ putlan ne bir yarar sağlar, ne de bir zarar verebilirler. Ben Allah’a ve Resûlü’ne iman ediyorum” dedi. Onun bu kısa konuşması öyle bir etkide bulundu ki akşam olmadan kabilenin bütün erkek, kadın ve çocukları müslüman oldular.”
Eş’arî Kabilesi Heyeti (Hlcrî 7. YIL)
Yemen’in itibarlı kabilelerinden biri de Eş’arîler’di. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî de bu kabiledendir. Eş’arî kabilesi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in insanlığa peygamber olarak gönderildiğini duyunca, kabileden elliüç kişilik bir grup Medine’ye hicret etmek üzere harekete geçti. Bu kafilede Ebu Mûsâ Eş’arî de vardı. Heyet gemiye binerek hareket etti. Ancak aksi yönden esen rüzgâr gemiyi Habeşistan kıyılarına ulaştırdı. Ca’fer Tayyar (ra) orada bulunuyordu. Eş’arî heyetini yanına alarak Arabistan’a geçti. O sırada Hayber fethedilmiş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de orada bulunuyordu. Gelen heyet Hayber’de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le buluşma şerefine ulaştı. Sahih-i Müslim’de Eş’arî kabilesinin faziletlerini içeren ifadeler mevcuttur.
Sahih-i BuhârTde ise şunlar rivayet edilmektedir:
“Eş’arî heyeti gelirken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sahâbe-i Ki-râm’a: “Yanınıza son derece ince kalpli ve yumuşak tabiatlı Yemenliler gelmektedir” buyurdu.”
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, Enes (ra)’dan şöyle bir rivayete yer verilmektedir:
“Eş’arî heyeti Medine’ye geldiğinde ağızlarından aşk ve şevkle şu beyitler dökülüyordu:
“Yarın dostlarımızla buluşacağız. Yani Muhammed ve tâbilerine kavuşacağız.”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiklerinde: “Ey Allah Resulü! Buraya dinimiz hakkında birtakım bilgiler öğrenmek ve kâinatın yaratılışı hakkında bazı hususları sormak için geldik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Herşeyden önce Allah vardı. Başka birşey yoktu. O*nun tahtı su üzerindeydi” buyurdu.
Devs Kabilesinin Heyeti (Hicrî 7. Yıl)
Devs kabilesi Araplar’ın önemli kabilelerinden biriydi. Ebu Hüreyre (ra) de bu kabiledendi. Kabilenin reisi, ünlü şâir Tufeyl b. Amr’dı. Hicretten önce Mekke’ye gitmişti. Kureyş kendisini Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gitmekten men’etmişti. Ama bir defasında tesadüfen Kabe’ye gitti. O sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseUem orada namaz kılıyordu. Okuğu Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek etkilendi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna giderek: “Islâmın ne olduğunu anlatır mısın?” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de ona îslâmı tebliğ etti ve Kur’an’dan âyetler okudu. Allah Resûlü’nü dinleyen Tufeyl b. Amr derinden etkilenerek samimiyetle müslüman oldu. Memleketine dönüp insanları islâm’a çağırdı. Kabilesinde zina çok yaygındı. İnsanlar, müslüman olduktan sonra bu sorumsuz davranışlarından ve çirkin hareketlerden uzaklaşmak zorunda kalacaklarını anladıkları için îslâmı kabul edip etmeme noktasında karar veremediler. Tufeyl, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek durumu anlattı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: “Ey Allahım! Devs’i hidâyet erdir” diye dua etti. Sonra Tufeyl’e dönerek: “Git, tatlı dil ve yumuşakbaşlılıkla insanları İslama davet et” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in duasının bereketi ve Tufeyl’in teşviki sayesinde insanlar Îslâmı kabul ettiler. Aralarında Ebu Hüreyre (ra)’ın da bulunduğu 80 aile hicret ederek Medine’ye geldiler.
Benu Hars B. Ka’b Kabilesinin Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Bu kabile, Necrân’m itibarlı bir sülalesiydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları İslama davet etmesi için Hâlid (ra)’ı gönderdi. Bu insanlar, tam bir içtenlikle müslüman oldular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları Medine’ye davet etti. Kays b. el-Husayn ve Yezîd b. Abdülmedân ve diğerleri, Hz. Pe-gamber sallallahu aleyhi vesellem’ın huzuruna geldiler. Bir çok savaşta Arap kabilelerine üstün geldikleri için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara, “Zaferinizin sebeln nedir?” diye sordu. Onlar da:”Biz daima birlik içerisinde savaşırız. Kimseye zulmetmez, haksızlık yapmayız” diye cevap verdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Kays’ı onlara reis tayin etti.
Tayy Kabilesi Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Tayy kabilesi, Yemen’de çok tanınan ünlü bir kabileydi. Kabilenin reisleri, Zey-dü’1-Hayl ve Adî b. Hâtem et-Tâî idi. idâri şuurları da birbirinden ayrıydı.
Zeyd, câhiliye döneminin ünlü bir şâir ve hatibiydi. Yakışıklı, son derece cömert, yiğit bir insandı. Hicrî 9. yılda birkaç değerli insanla birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisini îslâma davet etti. İyi ata bindiği için, Zeydü’1-Hayl adıyla ün salmıştı. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem, onu Zeydü’1-Hayr adıyla değiştirdi.
Adî B. Hâtem (Hlcrî 9. Yıl)
Adiy, ünlü Hâtem-i Tâfnin oğlu ve Tayy kabilesinin reisi idi. Hıristiyandı. Diğer Arap hükümdarları gibi, ona da gelirin dörtte biri veriliyordu. îslâm ordusu Ye-men’e girdiği zaman Adiy kaçarak Suriye’ye kaçmış, kızkardeşi ise yakalanarak Medine’ye getirilmişti. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem ona saygı ve ilgi göstererek kendisini uğurlamış, o da kardeşinin yanma giderek Adiy’e: “Gidebildiğin kadar hızla Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem’in yanına git O ister Peygamber, ister hükümdar olsun. Her halükârda O’nun yanma gitmek faydalıdır” demiştir. Adiy, Medine’ye geldi. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem mescidde idi. Adiy, mescide girerek selam verdi. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem selammı aldıktan sonra admı sordu. Tanıştıktan sonra onu alarak eve doğru yürüdü. Bu sırada yaşlı bir kadın geldi ve Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem’i durdurarak uzun süre bir konuda kendisiyle görüştü. Adi/in kendisi bir kabile reisiydi. Saltanat hayatını iyi bildiği gibi Suriye’de Bizanslüar’ın saray ve köşklerini de görmüştü. Bütün Araplar’a hükmeden bir hükümdarın, yaşlı bir kadınla bu kadar sıcak bir şekilde görüşmesine hayret etti. Orada anladı ki, bu adam bir hükümdar değildi. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem eve vardı. Deriden bir şilte vardı. Onu Adiy’e uzattı. Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem’in ısran üzerine Adiy onun üzerinde oturdu.
Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem:
“Ey Adiy neden kabilenden dörtte bir vergi alıyorsun? Bu senin dinin hıristi-yanlıkta da caiz değildir” buyurdu.
Sonra şunu sordu:
“Allah’tan başka bir ilah var mıdır?”
Adiy:
“Hayır” dedi.
Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem:
“Allah’tan daha büyük biri var mıdır?” diye sorunca,
Adiy
‘”Hayır” dedi.
Hz. Peygamber sallaîlahu aleyhi vesellem:
“Yahudilere Allah’ın gazabı inmiştir. Hıristiyanlar da Hak yoldan sapmıştır.” buyurdu.
Adiy Islâmı kabul etti. inanç ve imanında o kadar sağlam ve samîmi idi ki, ir-tidat zamanında bile bu hareketin onun üzerinde hiçbir etkisi olmadı. îslâma sonuna kadar bağlı kaldı.
Babasının cömertliğinin izleri onun üzerinde de vardı. Bir keresinde adamın biri kendisinden yüz dirhem para istedi. Adiy, “Hâtem’in oğlundan bu kadar az parayı nasıl istersin? Allah için bu kadar az parayı asla vermem” diye cevap verdi.
Sakîf Heyeti
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Tâif i kuşatmayı sürdürmekten vazgeçerek oradan ayrılmak isteyince sahâbe-i kiram: “Ey Allah Resulü, bunlara beddua ediniz” demişlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yaptığı duâ ise şöyleydi:
“Ey Allahım! Sakîf’i hak yola getir ve onları bana gönder.”
Bu duâ, ilahî tecellînin bir mucizesiydi. Kılıçla yenilemeyen bir kabile samimiyet ve dürüstlük sebebiyle islâm tahtının önünde boyun eğmişti. Tâif, iki kabile reisinin yönetiminde bulunuyordu. Bunlardan biri Urve b. Mes’ûd’du. Onun hakkında inanmayanlar bile: “Allah buyruğu eğer inecekse, onun üzerine inmeli” derlerdi. Urve, henüz müslüman olmamış idiyse de, müslüman olma istidadı taşıyordu. Hudeybiye Barışı da onun aracılığı ile gerçekleşmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Taif’ten döndükten sonra Allah ona Islâmı nasip etti. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye ulaştıktan bir süre sonra o da geldi. Müslüman olup geri döndü. Taife ulaştıktan sonra müslüman olduğunu herkese ilan etti. insanları müslüman olmaya teşvik etti. Halkı ona sövüp hakaretler etti. Sabahleyin evinin balkonundan ezan okuyunca, her taraftan üzerine ok yağdı. Sonunda şehit oldu. Ölürken, Tâif kuşatması sırasında şehit düşen müslümanların yanına gömülmeyi vasiyet etti.
Urve’nin kanı boşa akmış olamazdı. Ahnes kabilesinin reisi Sahr b. Ayle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Tâif kuşatmasını haber alınca, yanına bir miktar süvari alarak yola çıktı. Bir tesadüf eseri olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Tâif kuşatmasını bırakarak Medine’ye geri döndüğü sırada oraya ulaştı. Sahr, “Tâif halkı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e itaati kabul etmediği sürece kuşatmayı bırakmayacağım” diye yemin etti. Sonunda Tâ-ifliler itaati kabul etti. Sahr, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e durumu haber verince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, bütün insanları Mescid-i Nebevfye toplayarak Ahnes kabüesi için on kez dua etti. Birkaç gün sonra Tâ-ifliler aralarında toplantı yapıp durumu görüştüler ve şöyle dediler: “Bütün Araplar müslüman oldular, tek başımıza ne yapabiliriz?” Sonunda birkaç kişiden oluşan bir heyet belirleyerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna göndermeye karar verdiler.
Bu heyet Medine’ye hareket edince müsîümanlar o kadar sevindiler ki, Muğî-re b. Şube bu gelişmeyi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e herkesten önce haber vermek üzere koştu. Yolda Ebu Bekir (ra)’la karşılaştı. Ebu Bekir (ra) bunun öğrenince, bu müjdeyi Peygamber’e kendisinin ulaştırmak için söz aldı ve başkasına haber vermeyeceğine dair Muğîre’ye yemin ettirdi.
Muğîre b. Şu’be heyettekilere, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna vardıklarında nasıl selam vermeleri gerektiğini, nasıl davranmaları icap ettiğini anlatuysa da, onlar alıştıkları tarzda saygılarım gösterdiler.
Tâif in ünlü reisi Abdü Yâ’leyl, heyetin samimiyetini ve ihlash davranışlarını görerek etkilenmesi için Peygamber Mescidi’nde ağırlanmak istedi. Heyettekiler, mescidin avlusuna çadırlar kurularak misafir edildiler. Namaz kılınırken, hutbe okunurken daima hazır bulunuyorlardı. Kendileri, bu ibadetlere katılmıyorlarsa da, gözleri önünde cereyan eden bu olayları ve hareketleri seyrediyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, alışkanlığı gereği hutbelerde kendi adını zikretmezdi. Onlar da kendi aralarında; “Muhammed sallallahu aleyhi vesellem peygamberliğini kabul etmemizi istiyor. Ama okuduğu hutbede kendi peygamberliğini anlatmıyor” diye konuştular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu duyunca: “Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuma herkesten önce kendim şehâdet ederim” buyurdu.
Osman b. Ebi’l-As (ra) heyettekilerin en genciydi. Heyet üyeleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiklerinde onu çocuk saydıkları için çadırda bırakarak geliyorlardı. Osman’ın yaşı küçükse de en kavrayışlı, en akıllı ve meseleleri irdeleyici bir kişiliği vardı. Elçi heyeti öğle uykusuna yattığında gizlice Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelir, Kur’an-ı Kerim’i ve îslâ-mî konulan öğrenirdi. Sonunda bir çok önemli meseleyi öğrendi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu insanlara lslâmı sürekli tebliğ eder, yatsı namazından sonra yanlarına giderek ayakta kendileriyle görüşüp konuşur, daha çok Mekke’de Kureyş’in yaptığı işkenceleri ve bu işkencelere gösterdikleri tahammülü anlatırdı. Medine’de ortaya çıkan savaşları da anlatırdı.[89] Heyet mensupları, sonunda müslüman olmaya niyetli olduklarını ifade ettiler. Ancak şu şartları ileri sürdüler:
1-Zina caiz görülsün. Çünkü insanlarımızın çoğu tek başına yaşadıklarından onsuz yapamazlar.
2-Kabilemizin ana geçim yolu faizdir. Dolayısıyla faiz caiz görülsün.
3-Şarap haram kılınmasın. Şehrimizde üzüm bol olur. Bu en önemli ticaret malımızdır.
Bu isteklerin hiçbiri kabul edilmedi. Sonunda “Peki bu şartları geri alıyoruz, ilahımız Lât hakkında ne dersiniz?” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “O, kırılacak” buyurdu. Bunu duyduklarında, en büyük ilahlarına el sürmeye bile kimsenin cesaret edemeyeceğini söyleyerek şaşkınlıklarını belirttiler. Ardından da şöyle dediler: “Eğer böyle düşündüğünüzü mabudumuz duyarsa, bütün şehri altüst eder!” Hz. Ömer (ra) kendini tutamayarak şöyle dedi: “Ne kadar câhilsiniz! O taştan ibarettir.” Bunun üzerine, “Ey Ömer! Biz sana gelmedik” dediler. Böyle dedikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Biz Lâfa el süremeyiz. Siz, istediğinizi yapın ama bizi bu konuda mazur görün” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bu isteklerini kabul etti.
Heyettekiler, kendilerinin, namaz, zekât ve cihâddan müstesna tutulmalarını da istediler. Namazdan müstesna tutulmaları hiçbir şekilde mümkün olamazdı. Namaz, her gün beş kere kılınacak bir ibadetti. Ama zekât senede bir kez verilecekti. Cihâd ise, kifâye türü bir farz olup herkese gerekli değildir. Gerekli olduğu kimseler için de bir takım Özel şart ve durumlar vardı. O, günübirlik yapılan bir amel değildi. Bu bakımdan o sırada, bu iki esasa mecbur tutulmadılar. Çünkü, biliniyordu ki, îslâmı kabul ettikleri takdirde bunlara dönük istek, gün geçtikçe kendiliğinden içlerinde doğacaktı. Câbir (ra)’dan şu rivayet edilmiştir: “Bu olaydan sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Bunlar iman ettikten sonra kendiliklerinden zekât da verecek, cihâd da edeceklerdir.” Nitekim sadece iki yıl sonra Veda Haccı yapılırken, îslâmı kabul etmemiş bir tek Sakîfli kalmamıştı.
Elçi heyeti geri döndüğünde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Süf-yân ile Muğîre b. Şu’be’yi şart gereği büyük put Lâfı kırmak üzere Taife gönderdi. Muğîre, Taife vardıktan sonra puthaneyi yıkıp putu devirmek isteyince, kadınlar ağlayarak başlan açık evlerden dışan fırladılar ve şu şiiri okumaya başladılar:
“Ey insanlar! Erkeklerimize ağlayın, çünkü cesaretsiz olan onlar, Putlarını düşmana terkettiler ve savaştan kaçtılar.”
Araplar arasında çok evlilik yaygındı. Sakîf kabilesinin ünlü reisi Gîylân b. Se-leme’nin on karısı vardı. Müslüman olunca, İslâm hükümlerine uygun olarak dördü dışındaki eşlerini bırakmak zorunda kaldı.
Necrân Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Necrân, Mekke-yi Mükerreme’den Yemen’e doğru yedi konak mesafede büyük bir kasabanın adıdır. Burada hıristiyanların, kâbe dedikleri muhteşem bir kiliseleri vardı. Onlar bunu Kabe’ye denk kabul ediyorlardı. Orada, büyük dini önderler kalırdı. Bunlara “Seyyid” ve “Akîb” denirdi. Arabistan’da hıristiyanların buna benzer bir başka merkezleri yoktu. Ünlü şâir A’şâ, bu kiliseyle ilgili olarak “Necrân’ın kâbesi” diyerek yapısındaki ihtişama duyduğu hayranlığı belirtmiştir.
Bu kâbenin üçyüz deriden yapılmış bir kubbesi vardı. Onun sınırlarına giren, dokunulmazlık kazanır ve güven içinde olurdu. Bu kâbenin vakıflarının yıllık geliri ikiyüz bin dirhemi buluyordu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onları İslâm’a davet eden bir mektup yazınca, bu muhteşem kilisenin bekçileri ve dinî önderleri, altmış kişiyle birlikte Medine’ye geldiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları mes-cidde ağırladı. Kısa süre sonra ibadet vakti gelince, bu insanlar ibadet etmek istediler. Sahabe onları engellemek isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem;
“Bırakın!” buyurdu. Onlar da yüzlerini Doğu’ya çevirerek ibadet ettiler. Başpapaz Ebû Harise, son derece saygın ve erdemli bir kişiydi. Bizans imparatoru kendisine bu payeyi vermiş ve onun için kilise ve mabed inşa ettirmişti.
Bu insanlar, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e çeşitli dinî meseleler sordular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de onlara, vahiy yoluyla cevap verdi.
Bu heyetin Medine’de kalışı sırasında, Al-i îmrân sûresinin ilk seksen âyeti indi. Bu âyetlerde sözkonusu soruların cevaplan bulunuyordu. Islama davetin özünün açıklandığı, neden ve niçinlerinin özetle belirtildiği âyet şudur:
“De ki: ‘Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbirşeyi denk tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, işte o zaman ‘Bizim müslüman olduğumuza şâhid olun!’ deyin.” (Al-i îmrân 3/64).
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu insanları İslama davet ettiği zaman, “Biz eskiden beri müslümanız” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine, ‘Haça taptığınız ve Hz. isa’ya Allah’ın oğlu dediğiniz sürece nasıl olur da müslüman olabilirsiniz?” buyurdu. Hıristiyan Necrân heyeti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in teklifini kabul etmeyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Öyleyse gelin mübâhele yapalım —yani hepimiz çocuklarımızı yanımıza alalım ve kim yalancı ise Allah ona lanet etsin— ” Bunu belirten âyet şudur:
“Sana bu ilim geldikten sonra kim seninle îsa hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp sonra da gönülden Allah’a yalvarahm da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lanetinin onların üzerine inmesini dileyelim.” (Al-ilmrân3/61)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Fâtımatü’z-Zehrâ (ra) ile Hasan ve Hüseyn (ra)’ı alarak mübâhele yapmak üzere çıkınca Necrân heyetinden bir kişi mübâhele yapılmamasını teklif eder2k: “Eğer bu kişi gerçekten Peygamber ise, ebediyyen mahvoluruz” dedi. Sonuçta bir miktar yıllık haraç vermeyi kabul ederek banş yaptılar.
Benû Esed Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Bu kabile savaşlarda Kureyş’in eli-kolu durumunda olan kabiledir. Ebu Bekir (ra) döneminde peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha b. Huveylid bu kabiledendi. Hicrî 9. yılda bunlar da müslüman oldular ve Medine’ye bir heyet gönderdiler. Ama kafalarında hâlâ övünme zaafı vardı. Elçi heyeti Hz. Peygamberin huzuruna gelince Hz. Peygamber’in ve müslümanlarm kendilerine minnet göstermesini umar bir biçimde: “Bize hiçbir askeri güç göndermediniz, biz kendiliğimizden gelip Islâmı kabul ettik” dediler. Bu söz üzerine şu âyet-i kerime indi:
“İslama girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki:Müslümanhğımzı benim başıma kakmayın. Aksine sizi imana erdirdiği için Allah sizin minnettarlık duymanızı ister. Eğer doğrulardansanız, Allah’a minnettar olmanız gerekir.” (Hucurât 49/17).
Benu Fızâre Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Bu kabile son derece zorba ve güçlü bir kabileydi. Uyeyne b. Husayn bu kabiledendi. Hicrî 9. yılm Ramazan ayında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselîem Tebük seferinden döndüğünde bu kabile heyetini gönderdi ve müslümanlığı kabul etti.
Kinde Heyeti (Hicrî 10. YIL)
Kinde, Yemen’deki Hadramût bölgesinin kasabalarından biriydi. Burada Kindî sülalesinin hükümdarlığı sürüyordu. O dönemde kabilenin başkanı Eş’as b. Kays idi. Bu heyet, hicrî 10. yılda omuzlarına attıkları kenarları ipekli dokumadan olan Hî-re şalları ile 80 kişilik muhteşem bir süvari birliği halinde Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiler. Müslümanlığı önceden kabul etmişlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları görünce:
“Siz müslüman olmamış mıydınız?” buyurdu.
Bunun üzerine:
“Evef’ deyince,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Öyleyse nasıl ipek giyersiniz?” buyurdu.
Bunun üzerine, hemen şalları parçalayıp yere attılar.
Ebu Bekir (ra), halifeliği döneminde kızkardeşi Ümmü Ferve ile Kinde’nin reisi olan Eş’as b. Kays’ı evlendirmişti. Nikah işi bittikten sonra kalkıp deve pazarına gitti. Karşısına çıkan develerin ayaklarını kılıcıyla biçti. Bir anda pek çok deve yere yuvarlandı. İnsanlar hayret edince: “Kendi memleketimde olsaydım, daha başka ikramlar ve yiyecekler de hazırlardım” diyerek develerin parasını verdi ve oradaki halka: “Bunlarla size bir davet veriyorum” dedi.
Eş’as b. Kays, Kâdısiye ve Yermuk savaşlarına katılmıştır. Sıffîn’de Hz. Ali ile beraberdi.
Abdü’l-Kays Heyeti
Yukarda anlatıldığı gibi bu kabile Bahreyn hakındandı. islam oraya çok önce ulaşmıştı. Bu kabileden onüç kişi, hicretin daha beşinci yılında veya biraz Önce ya da sonrasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldiler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,
“Kimlerdensiniz?” diye sorunca
“Rebîa sülâlesindeniz” dediler.
Bunun üzerine Allah Resulü:
“Hoşgeldiniz. Horlanmayacaksınız, pişman da olmayacaksınız” buyurdu.
Sonra o kişiler:
“Ey Allah Resulü! Ülkemiz çok uzaktır. Memleketim olan Bahreyn ile Medine arasında Mudar kâfirleri yaşamaktadır. Haram aylar dışında bu tarafa gelemiyoruz. Bize gereken kuralları bildirin ki onlara göre amel edelim. Vatandaşlarımıza da onları öğretelim” dediler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de:
“Size dört şey emrediyorum: Allah’ı tek bilin, namaz kılın, oruç tutun ve beşte bir verin. Dört şeyden de menediyorum; Dübbâ, Hantem, Nakîr ve Müzeffet” buyurdu.
Dübbâ, Hantem, Nakîr ve Müzeffet, Araplar’rn kullandığı dört çeşit kabın adıdır. Bunlara konulan birtakım malzemelerle şarap yapılırdı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek ilkesi; hangi kabilenin kendine mahsus ayıbı ve kusuru varsa, onlara nasihat ederken kendilerinin özelliklerini ve yanlış alışkanlıklarını zikretmekti. O kimseler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu kapları özellikle neden zikretti diye hayret ettiler. Nitekim:
“Ey Allah Resulü! Nakîrin ne olduğunu nereden öğrendiniz?” diye sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Sizler kalın hurma kütüğünün içini oyarak ona su şıra dolduruyorsunuz. Mayalananınca da onu içerek kardeşlerinize kılıç sallıyorsunuz” buyurdu. Tesadüfen heyette bulunanlardan birinin başından böyle bir olay geçmişti. Alnında o olaydan kalma kılıç darbesinin izi vardı. Utancından o izi gizledi.”
Bazı rivayetlerde: Abdü’l-Kays’rn, “Ey Allah Resulü, biz ne içelim?” diye sorduğu, buna cevap olarak da Hz. Peygamberdin sallaîlahu aleyhi vesellem bu dört şeyi zikrettiği bildirilmiştir.
Benû Amir B. Sa’sa’a Heyeti (Hicrî 9. Yıl)
Benû Amir kabilesi, Araplar’ın ünlü kabilelerinden biri ve Kays Aylân’ın bir koluydu. O sıralarda Benû Amir’in üç reisi vardı. Bunlar; Amir b. Tufeyl, îrbid b. Kays ve Cebbar b. Selmâ idi. Amir ile Irbid, sadece makam ve mevki istiyordu. Amir, geçmişte çeşitli fitne ve savaşlarm çıkmasına sebep olmuş biriydi. Medine’ye Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna da kötü niyetle gelmişti. Cebbar ile kabilenin diğer mensupları iyi niyetle ve samimi duygularla gelmişlerdi.
Amir, Medine’ye gelince, Selûl sülalesinden bir kadına misafir oldu. Cebbar ile ünlü sahabî Ka’b b. Mâlik (ra) arasında daha önceden bir tanışıklık olduğu için onüç adamıyla birlikte ona misafir oldu. Bu tanışıklıktan dolayı Ka’b (ra) onu alarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek huzuruna getirdi. Amir, söz sırasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e hitaben:
“Sen bizim efendimizsin” deyince
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Efendi Allahtır”buyurdu.
Bir süre sonra da:
“Allah Resulü, en üstünümüz ve en cömerdimizdir” dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Söz söylerken, şeytanın kışkırtmasını gözönünde tut. Bu tür zorlama ve yağcılık da bir tür yalandır” buyurdu.
Amir b. Tufeyl:
“Muhammed! Sana üç şey teklif ediyorum. Çölde yaşayanları sen idare et. Şehirlerin idaresini bana bırak. Bu da olmazsa kendinden sonra senin yerine geçmem için beni veliaht yap. Bunu da kabul etmezsen o zaman ben, Gatafân kabilesini de yanıma alarak sana karşı dururum” dedi.
Amir, daha önceden Irbid’e, “Ben Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’i konuşmayla oyalarken, O’nun işini bitir” demişti. Amir, Irbit’in en ufak bir hareketini bile olmadığını, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in görünmeyen azamet ve vakarmmn onun gözlerini kamaştırıp şaşkına çevirdiğini görünce ikisi birden kalkıp gittiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Ey Allahım! Bunların şerrinden koru!” buyurdu. Amir vebaya yakalandı. Araplar arasında hastalanıp yatağa düşmek, utanç verici birşey kabul edilirdi. Amir, “Beni ata bindirin” dedi. Ata bindirildi ve o atm üzerinde son nefesini verdi.
Cebbar ile diğer heyet üyeleri, iman zenginliğiyle dolu olarak tslâmın merkezi olan Medine’den yurtlarına döndüler.
Hlmyer Ve Diğerlerinin Heyetleri
Himyer’de ayrı bir hükümdarlık kalmamıştı. Himyer hükümdarlarının çocukları küçük küçük beylikler kurmuşlardı. Kendilerine ismen “hükümdar” deniyordu. Arapça’da bunların lakabları “Kayyil”di. Bunlar bizzat kendileri gelmediler. Ama elçi göndererek; “Biz müslamanlığı kabul ettik” haberini ulaştırdılar. Aynı dönemde, Behrâ, Benû Bekkâ ve diğerlerinin heyetleri de gelmişti.