Peygamber Efendimizin Yoksul ve Kimsesizlere Olan Sevgi Ve Şefkati
Müslümanlar arasında zengin de vardı, fakir de vardı. Kabile başkanları da vardı, kimsesiz biçâreler de vardı. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hepsine eşit yaklaşırdı. Hatta dünya nimetlerinden ve servetinden mahrum olmak, gönüllerinde bir eziklik meydana getirmesin diye kimsesizlere ve fakirlere karşı daha tatlı ve yumuşak davranırdı. Bir gün insan olma sonucu olarak bu prensibine aykırı bir harekette bulununca Allah tarafından uyarılmış ve sorguya çekilmiştir. Daha Mekke’de iken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte, birkaç Kureyş ileri geleni oturmuş konuşuyorlardı. Hz. Peygamber onları İslama davet ederken, görme özürlü bir kimsesiz olan Abdullah b. Ümmü Mektûm çıkageldi ve o adamların yanına oturarak Hz. Peygamber’le konuşmaya başladı. Kureyş ileri gelenleri aşırı kibirli ve gururlu olduklarından bu beraberlik ve birarada konuşma hoşlarına gitmedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, tbn-i Ümmi Mek-tum’un yüzüne bakmadı. Kureyş’in bu azgınları İslâm mutluluğunu seçerek iman ederler ümidiyle onlarla konuşmayı sürdürdü. Ama Allah Teâlâ bu ayırım ve farklı davranışı beğenmedi ve şu âyetler indi:
“Surat astı ve yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun? Belki o, temizlenip arınacak ya da öğüt alacak. Böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak. Kendini herşeyden müstağni görene gelince, işte sen onda yankı uyandırmaya çalışıyorsun. Onun temizlenip arınmasından sana ne? Ama koşarak sana gelen ki o, içi titreyerek korkar bir durumdadır. Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. Hayır! O Kur’an bir öğüttür. Artık dileyen, düşünüp öğüt alsın.” (Abese 80/1-12)
Bu kimsesiz ve yoksul insanlar Islâmın ilk fedaîleri ve bağlıları olmuşlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları alarak Kabe’de namaz kılmaya gittiği zaman Kureyş liderleri onların görünüşteki basitliklerine bakarak şöyle diyorlardı: “O azgın kibirli kafirler “Allah’ın bizi bırakıp da aramızdan kendilerine lütufta bulunduğu kişiler bunlar mı?” dediler.” (En’âm 6/53)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu alaylarını gönül hoşluğu ve sabırla karşılardı.
Sa’d b. Ebî Vakkâs (ra)’ın yaratılışında az da olsa bir üstünlük duygusu vardı. O kendini fakir ve kimsesizlerden üstün kabul ederdi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bir gün ona hitap ederek: “Sana nasip olan rızık ve zafer, işte bu kimsesiz ve fakir kimseler sayesinde olmaktadır” buyurdu.
Üsâme b. Zeyd (ra) bir gün şöyle buyurdu: “Cennet kapısına durarak baktığımda daha çok kimsesiz ve yoksul insanların girdiğini gördüm.”
Abdullah b. Amr b. el-As şöyle rivayet ediyor:”Bir gün Peygamber mescidinde oturuyordum. Kimsesiz muhacir müslümanlar grubu da bir halka yapmış öte tarafta oturuyordu. O sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkageldi ve onların arasına oturdu. Bunu görünce ben de yerimden kalktım ve gidip yanlarına oturdum. Allah Resulü “Fakir muhacirlere müjdeler olsun ki onlar zenginlerden kırk yıl önce cennete gireceklerdir” buyurdu. Abdullah b. Ömer diyor ki: “Bunu duyunca sevinçten yüzlerinin güldüğünü, çehrelerinin neşeden parladığım gördüm ve, “Keşke ben de onlar arasmda olsam” diye içimden geçirdim.”
Hz. Peygamber bir topluluk arasında oturuyordu. O sırada önünden bir kişi geçti. Yanında oturan birine: “Şu adam hakkında kanaatin nedir?” diye sordu. O kişi de, “Bu, ileri gelenlerden biridir, Allah’a andolsun ki birinin kızını istese hemen verirler, biri için şefaatçi olsa arzusu hemen yerine getirilir” dedi. Bunu duyan Hz. Peygamber sustu. Bir süre sonra, önlerinden başka bir adam geçti. Hz. Peygamber yine aynı kişiye “Peki bunun hakkında ne diyorsun?” buyurdu. O da bu sefer: “Ey Allah Resulü! Bu, muhacirlerin fakirlerindendir. Birinin kızını istese reddedilir. Birine aracı olsa dileği kabul edilmez, birşeyler söylese sözüne itibar edilip dinlenilmez” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: :”Yeryüzü doluşunca bu üstün seviyedeki zengin adam olsa, bu yoksul ve kimsesiz insan hepsinden daha hayırlıdır” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dualarında sık sık: “Ey Rabbim beni fakir yaşat, fakir dirilt ve kıyamette fakirlerle beraber hasret” buyururdu. Hz. Aişe (ra), “Ey Allah Resulü neden böyle dua ediyorsunuz?” diye sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Onlar, zenginlerden önce cennete girecekler de o yüzden” buyurdu. Sonra sözüne şöyle devam etti: “Ey Aişe hiçbir yoksulu kapıdan eli boş çevirme, bir kuru hurma da olsa ver. Ey Aişe! Fakirleri kendine yakın kılar da onları seversen Allah da seni kendine yakm kılar” buyurdu.
Bir keresinde birkaç fakir müslüman Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek, “Ey Allah Resulü! Zengin kişiler kıyamet günü de derece bakımdan bizden ileri olacaklar. Bizim gibi onlar da namaz küıp oruç tutuyorlar. Ama biz fakirliğimizden dolayı zekat, sadaka ve hayırlar yoluyla onların kazandıkları sevapları kazanamıyoruz” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Size bir-şey öğreteyim mi? Bunun sayesinde ilerde olanlarla beraber olur, geride kalanların önüne geçer ve hiçkimse sözünde size eşit olamaz” buyurdu. Onlar da, “Öğret ey Allah Resulü” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Her namazda otuzüç kere “Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü Ekber” demeye devam edin” buyurdu.
Birkaç gün sonra bu insanlar tekrar Hz. Peygambere geldiler ve “Ey Allah Resulü! Zengin kardeşlerimiz de bunu duymuşlar ve onlar da okumaya başlamışlar” deyince Hz. Peygamber: “Bu, Allah’ın bir îütfudur, dilediğine verir” buyurdu.
Zengin müslümanlardan toplanan zekât, o bölgenin fakirlerine dağıtılırdı. Pey-gamberimiz’in ashabı bu prensibe o kadar uyuyorlardı ki bir yerden topladıktan zekâtı başka bir yere göndermeyip oradaki ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlardı.
Medine’nin bitişiğindeki “Avâlî” denen yerde ağır hasta fakir bir kadın vardı. Kadıncağızın iyileşme ihtimali de uzak görünüyordu. Hz. Peygamber, kadının ölümünden haberdâr edilmesini, cenaze namazmı bizzat kendisinin kıldıracağını söyledi. Kadın Hz. Peygamberin tam istirahat zamanı olan yatsı namazından sonra son nefesini verdi. Sahabe Hz. Peygamberin rahatsız edilmemesi ve istirahatinin bozulmaması için haber vermeden kadını defnettiler. Sabah olunca Hz. Peygamber kadının durumunu sordu. Onun ölüp defnedildiğini öğrenince ashabmı alarak kadının mezarına gitmiş ve tekrar cenaze namazını kıldırmıştı.
Cerîr (ra) anlatıyor: Bir gün Resûl-i Ekrem’le beraber otururken bir kabile bütün nüfusuyla misafirliğe gelircesine Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişlerdi. Gelenler çok yoksul ve perişandı. Üstleri başları yırtıktı. Çoğunun üzerinde elbise diye birşey yoktu. Küçük bezlerle bazı yerlerini örtmüşler, geri kalan yerleri çıplaktı. Ayaklarında ayakkabı yoktu, başları kabak, omuzlarına kılıçlarını asmışlar toz toprak içinde karşımıza dikilmişlerdi. Onların bu durumunu gören Hz. Peygamber çok üzüldü, içi parçalandı ve yüzünün rengi değişti. Izdırap içinde evine girip çıkmaya başladı. Sonra Bilâl-i Habeşî’ye ezan okumasmı emretti. Namazdan sorira bir hutbe okuyarak bütün müslümanları onlara yardıma çağırdı.