Peygamber Efendimizin Düşmanları Bağışlaması Ve Onlara İyi Davranması
insanların ahlâk deposunda en az olan ve nâdir bulunan şey düşmanlarına merhamet etmesi ve onları bağışlamasıdır. Ama kendisine Rahmet ve Peygamber olma şerefi verilmiş olan Hz. Peygamber’in yüce varlığında bu duygular çok boldu. Düşmandan intikam almak, insanın meşru ve hukukî bir hakkıdır. Ama ahlâk şeriatının sınırlarına girdikten sonra bu hukukî hak ve görev, görevlikten düşerek yasak halini alır. Yani yapılması farz olan şey, yapılması haram olan şeye dönüşür. Yapılan bütün rivayetler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hiçbir zaman kimseden intikam almadığı hususunda birleşmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in düşmanlarından intikam almak için eline geçen en büyük fırsat Mekke’nin fethidir. O gün Peygamber’in kanına susamış olan ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in binbir çeşit eziyet ve işkencelerine maruz kaldığı azılı düşmanları O’nun eline düşmüş, karşısında duruyorlardı. Ama O hepsine şöyle diyerek onları serbest bıraktı:
“Bugün size hesap sorma ve hakaret etme yoktur. Gidin hepinizi serbestsiniz.”
Vahşî, îslâmın sağ kolu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in en yakını olan amcası Hz. Hamza (ra)’ın katiliydi. Mekke’de kalıyordu. Islâmm gücü Mekke’de hâkim olunca Taife kaçmıştı. Tâif halkı boyun eğip itaati kabul edince burası da Vahşi için güvenli bir yer olmaktan çıktı. Ama o, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in elçilere asla katı davranmadığını, onlara en ufak kötülük yapmadığını duymuştu. Çaresiz kalarak doğrudan alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber’in eteğine sığmdı ve müslüman oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık sadece; “Her zaman önüme çıkma. Çünkü seni gördükçe amcamı hatırlıyorum” buyurdu.
Hz. Hamza’nın göğsünü yanp kalbini ve ciğerini parçalayan Ebu Süfyân’ın karısı Hind, Mekke fethedildiği gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tanımasın diye yüzünü kapatarak gizlice geldi ve müslüman olup biat ederek emân senedini —kurtuluş belgesini— elde etti. Böyle bir anda bile saygısızlık ve küstahlıktan kendini alamamıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hind’i tanıdı ama o acı olayı orada anmak istemedi. Hind, eşine rastlanmayan bu mucizevî davranış ve tecelliden etkilenerek elinde olmadan şöyle deyiverdi: “Ey Allah Resulü! Benim gözümde senin çadırından daha sevimli başka bir çadır yoktur.”
îkrime, islâm düşmanı Ebu Cehil’in oğluydu ve müslüman olmadan önce babası gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in en azılı düşmanıydı. Mekke fetehedildiği gün Mekke’den kaçarak Yemen’e gitti. Karısı müslüman olmuştu. O da Yemen’e gitti ve îkrime’yi teselli ederek müslüman yaptı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek huzuruna getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu görünce sevinçle ayağa kalktı ve ona doğru öyle hızlı yürüdü ki, üzerindeki harmanisi kayıp yere düştü. Ama O, buna aldırmıyordu bile. Mübarek ağzmdan şu kelimeler dökülüyordu.
“Ey hicret edip giden süvari! Hoşgeldin!”
Safvân b. Ümeyye, Kureyş’in azılı önderlerinden ve îslâmın can düşmanların-dandı. îşte bu adam, Umeyr b. Vehb’e mükâfaat vaad ederek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i öldürmeye ikna etmişti. Mekke fethedilince o da müslü-manlardan korktuğu için Cidde’ye kaçtı ve deniz yoluyla Yemen’e gitmeye karar verdi. Vaktiyle onun Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i öldürtmeye ikna ettiği Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek “Ey Allah Resulü! Safvân b. Ümeyye kabilesinin reisidir, korkusundan kaçıp gitti, kendini denize atabilir” dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine “Ona emân verilmiştir” buyurdu. Umeyr b. Vehb tekrar tekrar, “Emân verildiğine dair bir işaret lütfeder misiniz? Onu görünce bana güvensin, itimad etsin” dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem mübarek sarığını ona verdi. Allah Re-sûlü’nün sangını alan Vehb, Safvân’ın yanına gitti. Safvân: “Mekke’ye gitmekten korkuyorum, hayatım tehlikede” dedi. Umeyr: “Safvân! Sen Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in bağışlayıcılığını ve yumaşak yürekliliğini bilmiyorsun” dedi. Bu söz üzerine Safvân, Umeyr’le birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi ve, “Umeyr senin bana emân verdiğini söylüyor, doğru mu?” diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: “Doğru” buyurdu. Bunun üzerine Safvân, “O halde bana iki ay mühlet ver” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: “tki değil sana dört ay mühlet veriyorum” buyurdu.
Daha sonra kendi isteğiyle müslüman oldu. Bu olay îbn-i Hişâm’da genişçe anlatılmıştır.
Hübâr b. el-Esved, Allah Resulü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e ağır zulüm yapmış biriydi. Zeyneb (ra) Mekke’den Medine’ye hicret ediyordu ve hamileydi. Müşrikler önüne çıkıp engel oldular. Hübâr b. el-Esved, bilerek ve kasden Hz. Zeyneb’i (ra) iterek, devenin üzerinden yere düşürdü. Hz. Zeyneb (ra) şiddetle yere çarpmasından dolayı yaralandı ve çocuğunu düşürdü. Hübâr b. el-Esved başka suçlar da işlemişti. Bütün yaptıklarından dolayı Mekke’nin fethedildiği gün kaçarak iran’a gitmeyi düşündü. Ama hidayet yolunun da-vetçisi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in merhameti, yumaşak kalpliliği ve bağışlayıcılığı onu da huzuruna başvurmaya şevketti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e giderek, “Ey Allah Resulü! Ben kaçarak İran’a gitmek istiyordum. Ama daha sonra sizin iyiliklerinizi, yumuşak başlılığınızı ve bağışlayı-cılığınızı hatırladım. Hakkımda size gelen bütün haberler doğrudur. Cahilliğimi ve kusurlarımı itiraf ediyorum. Şu anda müslüman olduğumu açıklamaya geldim” dedi. Rahmet ve merhamet kapısı o anda sonuna kadar açıldı, dost-düşman farkı silinip gitti.
Ebu Süfyân’ın îslâmdan önce nasıl biri olduğuna, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yaptığı savaşların hemen hepsi şahittir. Bedir’den başlayarak Mekke’nin fethine kadar müslümanlar ne kadar savaş yapmak zorunda kalmışlarsa, bunların çoğunda onun eli ve rolü vardır. Mekke fethedileceği sırada yakalanıp getirilince ve Abbâs (ra) onu alıp Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna getirince Allah Resulü onu güler yüzle ve sevgiyle karşıladı. Hz. Ömer (ra) eskiden yaptıklarına onu öldürmek istedi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona engel oldu ve sadece Ebu Süfyân’ı değil, onun evine sığınıp emân dileyenlere de can güvenliği vererek şöyle buyurdu: “Kim Ebu Süfyân’ın evine sığınırsa, suçlan affedilecektir.” Dünyada düşmanına bu şekilde davranan başka bir fâtih görülmüş müdür?
Arabistan’ın bütün kabileleri teker teker boyun eğiyor itaat ettiklerini göstererek İslâm sancağı altına toplanıyordu. Sonuna kadar başkaldırmakta direnen bir kabile varsa, o da peygamberilk ididasında bulunan Müseyleme’nin kabilesi Benû Hanîfe idi. Ancak kabilenin reisi Sümâme b. Asal, bir tesadüf sonucu müslüman-ların eline düşmüş ve esir edilerek Medine’ye getirilmişti. Hz. Peygamber, onun mescidde bir direğe bağlanmasını emretti. Resûl-i Ekrem mescide girdiği zaman ona bakmış ve: “Benden ne bekliyorsun?” diye sormuştu. Sümâme Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu buyruğuna karşılık söyle demişti: “Muhammed!
Beni öldürecek olursan ölmeyi haketmiş bir insanı öldürmüş olursun. Fakat bana lütuf göstererek kendine minettâr bırakırsan o zaman hayatım boyunca bu iyiliğini unutmam. Eğer fidye istiyorsan onu da hemen vermeye hazırım.”
Bu cevap karşısında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu, bir cevap vermedi. Ertesi gün ve üçüncü gün ona aynı soruyu sordu. Sümâme de aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sümâme’nin iplerinin çözülerek serbest bırakılmasını emretti. Bunun üzerine Sümâme mescidden çıktı, yakındaki bir ağacı siper alarak boy abdesti aldı ve yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelerek müslüman olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:
“Ey Allah Resulü! Dünyada en nefret ettiğim insan sendin. Fakat şu andan itibaren dünyada en sevdiğim insan sensin. Eskiden nefret ettiğim din senin dinindi. Şimdi canımdan fazla sevdiğim din senin dinindir. Eskiden hiç görmek istemediğim şehir bu şehirdi, bugün ayrılmak istemediğim şehir bu şehirdir.”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Kureyş’in elinden çektiği eziyet ve işkenceleri tekrarlamaya gerek yoktur. Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem arkabalanyla birlikte Ebu Tâlib deresinde üç yıl kuşatma altında tutulmuş, bir tek buğday dânesinin bile ellerine geçmesine izin verilmemiştir. İçerde çocuklar açlıktan ağladıkça dışarda Kureyşliler sevinçten oynuyorlardı. Bu davranışlarına karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke fethedildiken sonra aynı insanlara nasıl davrandığını anlattık. Mekke’nin yiyecek malzemeleri Yemâme’den gelirdi. Az önce Yemâme lideri Sümâme b. Asal’dan sözettik. Sümâme Islâmı kabul ettikten sonra Mekke’ye geldiği zaman Mekkeliler onunla alay etmişlerdi. Buna içerleyen Sümâme, Resûl-i Ekrem müsaade etmedikçe, Mekke’ye buğday göndermeyeceğine dair yemin etmişti. Bunun sonucu olarak Mekke’de kıtlık başgös-termişti. Mekkeliler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e başvurmaya karar verdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de onlara acıyarak Sümâ-me’den bu kararından vazgeçmesini istemiş sonuçta Sümâme boykotu kaldırarak Mekke’ye buğday göndermeye başlamıştı.
Hz. Peygamber’in Kafirlere ve Müşriklere Karşı Tutumu
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in, kafirlere nasıl güzel ahlâkla davrandığına dair birçok olay vardır. Fakat Batılı tarihçiler, bu olayların îslâmın henüz zayıf oduğu dönemlerle sınırlı olduğunu, müslümanların müşriklere karşı nezâket ve yumuşaklık göstermekten başka çarelerinin olmadığı bir döneme ait olduğunu iddia etmişlerdir. O yüzden burada sadece İslâm karşıtlarının bütün güç ve kuvvetlerinin çiğnenip yokedildiği ve Hz. Peygambersallallahu aleyhi vesellem’in kesin olarak her tarafa hakim olduğu dönemle ilgili olayları nakledeceğiz.
Ebu Basra el-Gıfârî şunu anlatır: “Daha müslüman olmadan önce Medine’ye gidip Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e misafir olmuştum. Geceleyin bütün keçilerin sütünü içip tükettiğim halde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem hiçbirşey demedi. Gece boyunca ev halkıyla birlikte aç olarak sabahladı.
Benzer bir başka olay da Ebu Hüreyre (ra) tarafından anlatılmıştır: Bir gün bir kâfir gelerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gece misafiri oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir keçiyi sağdırıp sürünü Önüne koydurdu. Onu içtikten sonra ikinci keçinin sütü sağılıp getirildi, adam hiç çekinmeden onu da içti. Sonra üçüncü, sonra dördüncü, nihayet yedinci keçiye kadar sağıldı ve o hepsinin sütünü içip bitirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem en ufak bir hoşnutsuzluk göstermedi. Belki de bu güzel ahlâklı davranışın etkisiyledir ki o kâfir, sabahleyin müslüman oldu ve sadece bir keçinin sütüyle yetinir oldu.
Esma (ra) şunu anlatmıştır: “Hudeybiye barışının yapıldığı sıralarda henüz müşrik olan annesi kendisine yardım yapılmasını istemek için Medine’ye, kızı Esma (ra)’nın yanına geldi. Müşriklere nasıl muamele edileceği Esma (ra)’mn aklına geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanma giderek sordu. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem ona, “Kendisine iyi davran” buyurdu.
Ebû Hüreyre (ra)’ın annesi kafirdi ve oğluyla birlikte Medine’de kalıyordu. Cahilliğinden dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e küfrediyordu. Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gidip durumu bildirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem öfke ve hiddet göstereceği yerde dua edip onun hakkında iyi dileklerde bulunmak üzere ellerini kaldırdı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bütün ev işlerini Bilâl-i Habeşî (ra)’a havale etmişti. Para pul ne gelirse onun yanında durur, elde para pul bulunmadığı zamanlarda o gidip çarşıdan yiyecek içecek şeyleri veresiye alır getirir, bir yerden herhangi bir para geldiğinde de borçları öderdi. Bir gün çarşıya gidiyordu. Bir müşrik onu görünce, “Veresiye alacaksan benden al” dedi. Bilâl-i Habeşî bunu kabul etti ve ondan veresiye aldı.
Birgün ezan okumak üzere ayağa kalktığında o müşrik birkaç tüccarla birlikte geldrve ona; “Ey zenci!” diye hitap etti. Bilâl-i Habeşî onun bu terbiyesizce çağrısına “Buyrun, geldim!” diye cevap verdi. Müşrik: “Ne haber? Sürenin bitmesine sadece dört gün kaldı. Bu süre içinde borcunu ödemezsen sana keçi güttürerek bu borcu ödeteceğim” dedi. Bilâl-i Habeşî yatsı namazını kıldıktan sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi ve olup biteni anlattıktan sonra: “Kesemizde hiçbirşey kalmadı, yarın o müşrik gelip bana hakaret edecek. O yüzden bana izin verin de çekip bir yere gideyim, daha sonra borcun ödeneceği birşey-ler gelir de borç ödenirse o zaman dönüp gelirim” dedi. Her halükârda o gece gidip uyudu ve yol eşyasını yani heybe, ayakkabı va kalkanını başının ucuna koydu. Sabah kalkarak tam yolculuk hazırlığı yaptığı sırada biri koşarak geldi ve: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çağırıyor” dedi. Bilâl-i Habeşî gidince zahire yüklü dört devenin kapıda beklediğini gördü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Mübarek olsun, bu develeri Fedek reisi göndermiş” buyurdu. Bilâl-i Habeşî bunları alıp çarşıya götürerek hepsini sattı. Müşriğin borcunu ödeyip Peygamber Mescidi’ne geldi ve Hz. Peygamber’e bütün borcu ödediğini bildirdi.
Anlattığımız olay da Hicret’in 7. yılında Fedek’in fethinden sonra meydana gelmiştir. Bilâl-i Habeşî (ra), Hz. Peygamberin kendisine yakm kıldığı ve evinin işlerini havale ettiği kimsesiydi. Bir müşrik ona “Zenci! Sana keçi güttürerek borcunu ödeteceğim, ancak ondan sonra seni serbest bırakacağım” diyebiliyor. Bilâl-i Habeşî (ra), borcunun vadesinin dolduğu gün gelerek hakaret etmesinden korktuğundan kaçıp gitmeye karar veriyor. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün bunları duyuyor, ama ne müşrik hakkında bir kelime ediyor, ne de Bilâl’ı koruyucu ve teselli edici bir ifadede bulunuyor. Tesadüfen zahire geliyor ve müşriğin borcu ödeniyor. Ağzından çıkan çirkin sözler ve kötü davranışı bağışlanıyor. Bu yumuşak kalplilik, bu bağışlayıcılık ve bu tahammül, âlemlere rahmet olan Hz. Mu-hammed’den başka kim tarafından gösterilebilir?
En zor mesele, münafıklar meselesi idi. Bunlar, inanmayanların bir grubuydu. Liderleri Abdullah b. Übeyy’di. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Me-dineye gelişinden az bir süre önce bütün şehir Abdullah b. Übeyy’in başkan yapılması üzerinde anlaşmıştı. Bedir savaşından sonra, müslüman olduğunu ilan eden bu şahıs, içinden kafirdi. Onun peşinden gidenler de aynı şekilde münafıkça müslüman olmuş ve münafıklardan oluşan bir topluluk meydana getirmişlerdi. Bu insanlar el altından Islama karşı türlü planlar hazırlıyor, her çeşit şirretliği yapıyorlardı. Kureyş ile ve Islama karşı olan diğer kabilelerle gizlice anlaşıyor ve onlara müslümanların sırlarını haber veriyorlardı. Bütün bunlara rağmen dış görünüşte îslâmın emir ve buyruklarını yerine getiriyorlardı. Cuma günü cemaate katılıyor, müslümanlarla birlikte savaşa gidiyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların neler yaptıklarını, ne dolaplar çevirdiklerini ve hepsinin isimlerini biliyordu. Fakat şeriatın ve ilahî hukukun hükümleri gönüllerde saklananlar olmayıp saldırı olarak görünen hareket ve davranışlar hakkında olduğundan Hz. Peygamber onlara kâfirlere ait hükümleri uygulamıyordu. işin buraya kadarı, şeriatın ve ilahî hukukun işiydi. Ama merhamet fışkıran bir gönlün ve Hz. Peygamber’in bağışlayıcılığının, yumuşak kalpliliğinin gereği olarak da Allah Resulü onlara karşı daima güzel ahlâkla davranıyordu.
Bir keresinde müslümanlarla birlikte savaşa gittiklerinde muhacir bir müslü-man, bir ensarîye tokat atmıştı. Ensarî, “Yetişin ey ensâr!” diye bağırdı. Muhacir de, muhacirleri imdada çağırdı, iki grup arasında kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz. Peygamber’in haberi oldu ve hemen araya girerek “Bunlar ne biçim câhiliye hareketleri!” buyurdu. Bunun üzerine her iki taraf olduğu yerde kaldı. Abdullah b. Übeyy olayı duyunca “Medine’ye varır varmaz aşağılık müslümanlan oradan çıkaracağım” dedi. Arkadaşlarına da “İşin kolayı var. Sizler Medineli ensar olarak Mekkeli muhacirleri kollayıp desteklemekten elinizi çektiğiniz an onlar kendiliklerinden mahvolurlar” dedi. Nitekim bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır:
“Onlar, “Peygamber’le birlikte olanlara yardım etmeyin de darmadağın olsunlar” diyen kimselerdir.” (Münâfikun 63/7)
“Onlar, “Medine’ye geri dönünce şerefli olan —bizler— o aşağılık insanları mutlaka çıkaracaktır” derler.” (Münâfikun 63/8)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Abdullah b. Übeyy’i çağırmak üzere bir adam gönderdi ve bu sözleri neden söylediğini sordu. Abdullah b. Übeyy kesin şekilde inkar etti ve bunların hiçbirini söylemediğini ileri sürdü. Hz. Ömer (ra) o an oradaydı. “Ey Allah Resulü izin ver de şu münafığın boynunu uçurayım” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise ona: “Sonra insanlar, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem kendi arkadaşlarını öldürüyor diye propanganda ya- -arlar” buyurdu.
Uhud savaşında Abdullah b. Übeyy, savaş tam başlayacağı sırada üçyüz adamıyla birlikte geri çekildi. Bu hareketiyle müslümanların gücüne büyük bir darbe indirdi. Yine de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu bağışladı ve daha önce Abbas (ra)’a kendi elbisesini verdiği için öldüğü zaman buna karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de, müslümanların rızası olmamasına rağmen kendi mübarek gömleğini ona giydirerek defnetti.”