Peygamber Efendimizin Bağışlayıcılığı Ve Yumuşakbaşlılığı
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hiç kimseden intikam almadığını bütün siyer uzmanları açıkça ortaya koymuşlardır. Bütün olaylar da buna tanıklık etmektedir.
Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhârî’de Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman hiç kimseden kendi şahsıyla ilgili bir meselede intikam almamıştır. Ancak Allah’ın emir ve hükümlerini ısrarla çiğneyenler ve onlara hakaraket edenler müstesnadır.
Uhud savaşında işlenen tüyler ürpertici vahşetten ve o savaşta yaşanan yenilgiden daha çok Tâif teki kabile başkanlarının Allah’ın emirlerine ve peygamberlik makamına gösterdikleri hakaret dolu tutumları mübarek gönlünü yaralamış, tahmin edilemez bir azgınlık olmuştu. Buna rağmen on yıl sonraki Tâif kuşatmasında aynı adamlar o taraftan mancınıklarla müslümanlara taş yağdırırken, bu tarafta baştan aşağı bağışlayıcılık ve yumuşakbaşhlıkla dolu olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlar için şöyle dua ediyordu. “Ey Rabbim! Onlara akıl ve anlayış ihsan et ve onlara boyun eğdirerek îslâm devletine kat.” Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in buyurduğu gibi oldu. Hicret’in 9. yılında Tâif heyeti Medine’ye geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendilerini mescidin avlusunda misafir etti ve onlara saygı gösterdi.
Kureyş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e çirkin sözler söylemiş, öldürmekle tehdit etmiş, yollarına dikenli çalılar doşemiş, mübarek vücuduna pislikler serpmiş, boynuna ip dolayıp sıkmış, O’nun sânına yakışmayan terbiyesizlikler yapmıştı. Bazan “Sihirbaz”, bazan “Mecnun”, bazan da “Şair” demişti. Ama Yüce Peygamber hiçbir zaman bu sözlerinden dolayı öfke ve hiddet göstermemişti. En çaresiz ve en kimsesiz bir insan bile bir topluluk arasında kendisine yalancı, sahtekâr denilince öfkeden küplere biner. Zû’1-Mecâz panayırında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin de kurtuluş ve selâmete ulaşın” diyordu. Ebu Cehil de hemen arkasında O’nu izliyor ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e durmadan toprak serperek; “Ey insanlar! Bu adamın sözleri sizi dininizden vazgeçirmesin, bu sizin ilahlarınız olan Lât ve Uzzâ’yı bırakmanızı istiyor” diyordu. Bu sözü rivayet eden kişi şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, böyle bir durumda dahi dönüp ona bakmıyordu.”
Hepsinden daha çok öfke ve nefret duyulması gereken hadise tfk olayıydı. Bu, münafıkların, Hz. Aişe (ra)’ya iftira etmeleriyle özetlenebilecek bir komploydu.
Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in en sevgili eşi ve Hz. Ebu Bekir (ra) gibi mağarada ölüme birlikte karşı koydukları bir dostunun ve sahabenin en ileri geleninin kızıydı. Medine, münafıkla doluydu. Bunlar bu olayı öyle yaydılar ki bütün Medine sarsıldı. Düşmanların şamata ve sevincine, namusunun lekelenmesine, kendisine en sevimli olan eşinin aşağılanmasına, normal bir insanın sabır ve tahammül göstermesi imkânsızdı. Peki alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber bütün bunlara karşı ne yaptı? İftira kampanyasının planlayıcı ve uygulayıcısı, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy idi. O; işin gerçek yüzünü ve baştan başa yalan ve iftira olduğunu çok iyi biliyordu. Buna rağmen yüreği sızlamadan iftira kampanyasını bütün dehşetiyle yürüttü. Bütün olup bitene ve yapılanlara rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece kalabalığın arasında minbere çıkarak, “Ey müslümanlar! Benim namusum noktasında bana kötülük eden ve beni üzen insandan hakkımı kim alabilecektir?” buyurdu.
Sa’d b. Muâz (ra) öfkesinin şiddetinden kendinden geçti ve ayağa kalkarak; “Bu hizmete beni hazırım, bana adını verin, hemen başını uçurayım” dedi. Abdullah b. Übeyy’in yeminli dostu olan Sa’d b. Ubâde (ra) buna karşı çıktı. Bunun üzerine iki tarafı destekleyenler ayağa kalktılar. Kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem iki tarafı teskin etti. Bizzat Allah Teâlâ söylenenlerin yalan olduğunu bildirdi ve iftiracılara şer’î ceza verildi. Buna rağmen Abdullah b. Übeyy iftira ettiğini kabul etmediği ve iftirayı onun yaydığına dair bir delil bulunmadığı için serbest bırakıldı. İftiracılar arasında kendilerine ceza verilenlerden biri de Musattah b. Esâse’ydi. Onun geçimini üzerine alan da Ebu Bekir (ra)’dı. İftira suçundan dolayı Ebu Bekir (ra) her zaman ona verdiği yiyecek maddelerini kesti. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
“İçinizden fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere mallarından veremeyeceklerine yemin etmesinler! Bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın da sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Nûr 24/32)
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (ra) onun geçim kaynağı olan yiyecek malzemelerini eskisi gibi vermeye devam etti.
İftiracılar arasında —Tirmizî’nin, Nûr sûresinin tefsiri bölümünde açıkladığı üzere— Hassan b. Sabit (ra) da bulunuyordu. Hz. Aişe (ra)’nın ona duyduğu esef ve üzüntü, affetme sınırını çoktan aşmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yakınında olmanın ve O’nun sohbetinde bulunmanın feyiz ve bereketinin etkisiyledir ki, Urve b. Zübeyr Hz. Aişe (ra)’nm yanında Hassan (ra)’ı kötülemeye başlayınca Hz. Aişe (ra) Urve’yi susturdu ve: “Hassan, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adına şiirleriyle müşriklere cevap verirdi” dedi.
Medine’nin münafık yahûdîlerinden Lebid b. A’sam, Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e sihir yapmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem eline fırsat geçtiği zaman ona bir kötülük yapmadı.
Hz. Aişe (ra) meseleyi daha derinden inceleterek bu hadiseye sebep olanları açığa çıkarmasmı ısrarla isteyince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem “İnsanlar arasında huzursuzluk ve kırgınlık çıkmasını istemiyorum” buyurdu.
Zeyd Sa’ne yahûdî iken alış-verişle uğraşır, ticâret yapardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ondan bir miktar borç aldı. Ödenmesine birkaç gün kala borcunu istemeye geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in harmanisine yapışarak çekti ve ileri geri konuşarak, “Ey Abdülmuttalib sülâlesi! Siz her zaman böyle dalavere yaparsınız” dedi. Hz. Ömer (ra) hiddetinden kendini tutamayarak ona hitaben: “Ey Allah düşmanı! Sen Allah Resûlü’nün sânına hakaret ediyor, edepsizlik yapıyorsun” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tebessüm ederek, “Ömer! Ben senden daha başka şeyler umardım. Ona daha yumuşak bir dille istemesini söylemeliydin. Bana da, ona olan borcumu Ödemek gerektiğini ifade etmeliydin” buyurdu.
Allah Resulü, bunu söyledikten sonra Hz. Ömer (ra)’a: “Borcumuzu verdikten sonra fazladan yirmi ölçek de hurma ver” diye emretti.
Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in evinde sadece bir elbise kalmıştı. O da hem kaba, hem de kirliydi. Terleyince daha da ağır ve sıkıcı oluyordu. Tesadüfen bir yahûdînin dükkanına Suriye’den elbise gelmişti. Hz. Aişe (ra) Hz. Peygamber’e, o yahûdîden borç olarak bir kat elbise almasını söyledi. Hz. Peygamber yahûdîye adam gönderdi. Yahûdî küstahça bir ifadeyle, “Anladım, bu yolla malımı aşırın, sonra da parasmı ödemeyin” dedi.
Bu yakışıksız sözü duyan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece şu kadar söyledi: “O çok iyi bilir ki, ben herkesten çok tedbirli ve emaneti herkesten daha titiz eda eden bir insanım.”
Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir yere gidiyordu. Kadının biri mezar kenarına oturmuş ağlıyordu. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem durdu ve ona hitaben “Sabret” buyurdu. Kadm Peygamberimiz’i tanımıyordu. Küstahça bir ifadeyle, “Defol, ne halde olduğumu sen bilir misin?” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de oradan ayrıldı. Civardakiler kadına, “(Tnu tanımadın, o Allah’ın Elçisi Muhammed (as)’dı” dediler. Bunun üzerine kadm koşarak gitti ve; “Ben Allah Resulü efendimizi tanıyamamıştım” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’ de ona: ‘Tam musibet ve felâket anındaki sabır muteberdir” buyurdu.
Sa’d b. Ubâde hastalanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu yoklamak için bir hayvana binerek evine gitti. Yolda bir grup insan toplanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem durdu. Münafıkların lideri Abdullah b. Übeyy de o topluluk arasındaydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bineği toz kaldırınca Abdullah b. Übeyy harmanisinin eteğini burnuna taktı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Dikkat et! Toz kaldırma,” dedi. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yanına yaklaşınca: “Ey Muhammedi Merkebini geri çek, onun kötü kokusu beynimi deldi” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem selam verdi. Sonra bineğinden inerek onları îslâma davet etti. Abdullah b. Übeyy: “Evimize gelip de bizi rahatsız etme. Adam senin yanına gelirse ona anlat” dedi. Abdullah b. Revâha (ra) ünlü bir şairdi. O da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi Vesellem’e: “Mutlaka gelin, İslama davet edin” dedi. Derken iş gelsin gelmesin arasında uzadı. Neredeyse kılıçlar çekilecekti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem iki grubu teskin ederek onlara güzel, tatlı dille konuştu. Sonra oradan kalkıp Sa’d b. Ubbâde’nin yanma geldi: “Abdullah b. Übeyy’in sözlerini duydun mu?” diye sordu. Sa’d b. Ubbâde: “Hiç aldırmayın. O öyle biridir ki, Medine’ye gelişinizden önce Medineliler ona taç giydirmek üzereydi. Bundan mahrum kaldığı için öfkesinden ne diyeceğini bilmiyor” dedi.
Huneyn savaşında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ganimet mallarını dağıtınca ensardan biri: “Bu dağıtım, Allah’ in rızasına uygun değildir” dedi. Bu söz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kulağuıa gelince: “Allah, Musa’ya rahmet etsin. Onun insanları kendisini daha fazla üzmüştü” buyurdu.
Bir gün bedevinin biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescidde oturuyordu. Bedevi ufak su dökme ihtiyacını hissedince mescid adabını bilmediği için hemen orada ayağa kalkarak küçük su dökmeye başladı. İnsanlar onu cezalandırmak için her taraftan üzerine saldırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Bırakın yapsın, bir kova su getirerek dökün. Allah Teâlâ sizi zorluk için değil, kolaylık için gönderdi” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in özel hizmetkârı olan Enes (ra) şunu anlatmıştır: “Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir iş için beni göndermek istedi. Ben de “Gitmeyeceğim” dedim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu ve ben böyle söyledikten sonra dışarı çıktı. Sonra ansızın gelerek boynumdan yakaladı. Dönüp baktığımda yüzü gülüyordu. Bana sevgiyle baktı ve “Enes! Sana söylediğim işe git artık” buyurdu. Ben de: “Peki gidiyorum” dedim. Enes (ra) bu olayı anlatırken şunu da söyledi: “Yedi yıl Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e hizmet ettim. Bana hiçbir zaman: “Şu işi neden yaptın veya bunu neden yapmadın demedi.”
Ebu Hüreyre (ra) der ki: “Her zamanki adeti üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescidde bizimle oturup konuşur, sohbet ederdi. Kalkıp evine gidince biz de giderdik. Bir gün adeti olduğu üzere mescidden çıktı. Bir bedevi geldi ve Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yakasmdan öyle çekti ki mübarek boynu kızardı. Allah Resulü dönüp ona baktı. Bedevi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Develerime zahîre yüklet. Sende olan mallar ne senin, ne de babanındır” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: “Sen önce şu benim boynuma yaptığının karşılığını ver, ondan sonra sana buğday verilecektir” buyurdu. Bedevi ısrarla, “Allah’a yemin ederim ki asla vermeyeceğim” dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi vesellem adamın develerine arpa ve hurma yükletti, kendisine hiçbir ceza vermedi.
Kureyş Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e durmadan sövüp sayar, çirkin sözler söylerlerdi. Israr ve inatla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için: “Muhammed “Övülen kişi” demeyip Müzemmem “Yerilen” derlerdi.” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşüık dostlarına ancak şu kadar söylerdi: “Siz Allah Teâlâ’nın Kureyş’in sövüp saymasını benden nasıl geri çevirdiğine hayret etmiyor musunuz. Onlar Müzemmem’e sövüp sayıyor, Müzemmem’e lanet ediyorlar, halbuki ben Muhammed’im!”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke’yi fethetme hazırlıkları yaptığı sırada bilhassa Kureyş’in bu hazırlıklardan haberdâr olmamasına dikkat ediyor ve tedbir aldırıyordu. Hatîb b. Belte’a (ra) bir şahabı idi. Kureyş’e bunu haber vermek istedi. Nitekim bir mektup yazarak gizlice bir kadın aracılığıyla Mekke’ye gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bundan haberi oldu. Hemen Hz. Ali (ra) ile Hz. Zübeyr (ra)’ı kadının peşinden gönderdi. Mektupla birlikte haberci olarak gönderilen kadın da yakalanarak getirildi. Hatîb’i çağırtarak durumu soruşturunca, suçunu itiraf etti. Hatasını kabul ederek bağışlanmasını istedi. Bu, her devlet adamının, suçlunun cezalandırılması yönünde karar vereceği bir dönemdi. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hatîb b. Belte’a’yı Bedir savaşına katılanlardan olduğu için affetti. Bu suça katılan kadına da herhangi bir ceza uygulamadı. Halbuki mektup düşmanların eline geçseydi, müslümanlar için çok büyük bir tehlike doğardı.
Furât b. Hayyân, Ebu Süfyân tarafından müslümanlar aleyhinde casusluk yapmakla görevlendirilmiş bir kişiydi. Bu adama aynı zamanda Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem aleyhinde sözler konuşur, O’nu hicveden şiirler söylerdi. Günün birinde yakalanınca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun Öldürülmesine hükmetti. İnsanlar onu alıp götürdüler. Ensarın mahallesine vardıklarında “Ben müslümanım” dedi. Bir ensarî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e koşarak “Adam, ben müslümanım diyor” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Sizden öyle insanlar var ki, onların iman durumunu biz yine onlara bırakıyoruz, orlardan biri de Furât b. Hayyân’dir” buyurdu. Tarihçiler onun gerçekten sağlam-bir müslüman olduğunu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kendisine Yemâme’de bir arazî hediye ettiğini, o arazînin gelirinin 4200 dirhem tuttuğunu yazmışlardır.