Hz. Peygamber Efendimizin Alçakgönüllülüğü ile Hz Muhammed’in Aşırı Övgü Ve Saygıyı Menetmesi
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ev işlerini bizzat kendisi görür, giysilerine yama yapar, evi süpürür, süt sağar, çarşıdan evin ihtiyaçlarını alıp gelirdi. Ayakkabısı eskidiğinde onu bizzat kendisi tamir eder, kölelerle, kimsesizlerle oturmaktan, onlarla birlikte yemek yemekten kaçınmazdi. Bir gün evinden dışarı çıkmıştı, insanlar O’na saygı ve tazim için ayağa kalktılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Acemler gibi saygı için ayağa kalkmayın” buyurdu.
En fakir ve yoksul kimse bile olsun, biri hastalanınca yoklamaya gider, yoksulların, miskinlerin evlerine giderek onlarla otururdu. Sahabeyle birlikte otururken dışarıdan gelen bir yabancı, ayrıcalıklı bir görüntüsü olmadığı için O’nu tanıyamazdı. Bir toplantıya gittiğinde nerede boş yer bulursa, oraya otururdu.
Bir gün adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i görmeye geldi. Fakat peygamberliğin haşmetinden o kadar etkilendi ki titremeye başladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Korkma! Ben hükümdar değilim. Kuru et pişirerek karnını doyuran Kureyşli bir kadının çocuğuyum” buyurdu.
Alçakgönüllülük ve tevâzuundan dolayı dizlerini kırarak oturup yemek yerdi ve her zaman söyle derdi: “Ben de bir kulum. Kullar gibi yer, kullar gibi otururum.” Bir keresinde yemek yeniyordu ve yer çok dardı, insanlar kalabalık olduğundan boş yer kalmamıştı. Yer açılması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diz çökerek oturmuştu. Bir bedevi de bu davette bulunuyordu ve “Muhammed! Bu ne biçim oturuş” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona cevap olarak: “Allah beni alçakgönüllü kul kıldı. Azgın ve mağrur bir kul kılmadı.” buyurdu.”
Alçakgönüllüğü o noktaya varmıştı ki, kendisi hakkında saygı belirten ifadeler kullanılması caiz olsa bile bunlardan hoşlanmazdı. Bir gün bir kişi kendisine şu ifadelerle hitap etti: “Ey efendimiz ve efendimizin oğlu! Ve ey hepimizin en hayırlısı ve hepimizin en hayırlısının oğlu!” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisi hakkında övgü dolu ifadeler içeren bu söze karşılık bunları söyleyen kimselere şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Günahlardan sakının, şeytan sizi yanıltmasın. Ben Abdullah oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve Elçisi’yim. Beni, Allah’ın yerleştirdiği makam ve mertebeden daha yukarı çıkarmanızdan hoşlanmıyorum” buyurdu.”
Bir keresinde kendisine adamın biri, “Ey yaratılmışların en hayırlısı!” diye hitap etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “O, ibrahim’di” buyurdu.”
Abdullah b. Suhayr şunu anlatmıştır: “Benû Amir kabilesinin heyetiyle birlikte Allah Resûlü’nün huzuruna geldiğimizde O’na: “Allah Resulü bizim efendimiz-dir” dedik. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Efendi Allah’tır” buyurdu. Sonra, “Siz bizim en üstünümüz ve en erdemlimizsiniz” dedik. Buna karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Söz söylerken dikkat edin de şeytan sizi kullanmasın” buyurdu.
Medine-i Münevvere’de akıl melekesi biraz bozulmuş bir kadın vardı. Allah Resûlü’ne gelerek, “Ey Muhammed! Seninle biraz işim var” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Nereye dersen gidebilirim” buyurdu. Kadın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i bir sokağa götürdü. Ve oraya oturdu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de onunla birlikte oturdu ve anlattıklarını dinleyerek meselesini halletti.
Mahrame (ra) adında bir şahabı vardı. Bir gün oğlu Misver’e: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e bir yerden bir miktar kumaş gelmiş, onları dağıtıyor-muş, gel biz de gidelim de payımıza düşenden alalım” dedi. Geldiklerinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evinin iç kısmına geçmişti. Oğluna, “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e seslen” dedi. Oğlu da: “Ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e seslenecek seviyede değilim” dedi. Bunun üzerine Mahreme: “Ey Oğul! Muhammed azametli, mağrur biri değildir” dedi. Onun cesaret vermesi üzerine Misver seslendi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hemen çıktı ve atlas kumaştan yapılmış, altın düğmeli bir elbise verdi.
Bir gün ensardan bir müslüman, bir yahûdmin, “Hz. Musa’yı bütün insanlardan üstün kılan Allah’a yemin ederim ki” dediğini duyunca, Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem’e hakaret ettiğini sandı ve o öfkeyle adama bir tokat attı. Yahûdî hakkını alması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gitti. Allah Resulü de, o ensarîyi çağırttı ve olayı araştırıp öğrendikten sonra: “Beni diğer peygamberlerin üstüne çıkarma!” buyurdu.”
insanı gurur ve kibire sevkeden temel etken, çevresindeki binlerce insanın onu alkışladığını, bir işaretiyle herkesin can vermeye hazır olduğunu gördüğünde ortaya çıkan manzaradır. Özellikle muzaffer bir orduyla tantanalı bir şekilde fethettiği şehre girerken, insanların coşkulu bir şekilde kendini alkışlaması bunda büyük rol oynar. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in alçakgönüllülüğü ve tevâzusu böyle zamanlarda daha da açık bir şeklide kendini göstermektedir. Mekke’nin fethi sırasında şehre girerken, tevazu ve alçakgönüllüğünden dolayı mübarek başını o kadar eğmiştir ki, neredeyse devesinin semerindeki tahtaya değecekti. Hayber savaşmda zafer elde edildikten sonra şehre girerken boynuna yular yerine, hurma lifinden bir örgü bağlanmış olan eşek sırtında binmişti.
Hz Muhammed’in Aşırı Övgü Ve Saygıyı Menetmesi
Şirke —Allah’a ortak koşmaya ve Allah’ın gücüne denk başka bir güç tanıma— yönünde atılan ilk adım, peygamber ve velîleri aşırı şekilde övmek ve onlara ta’zim göstermektir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu ince noktaya son derece dikkat ederdi. Hz. Isa örneği, gözler önünde ortaya duruyordu. Her zaman “Hıristiyanların Meryem oğlu isa’yı haddinden fazla yücelttikleri gibi beni de övüp yüceltmeyin. Ben, Allah’ın bir kulu ve O’nun Elçisi’yim” buyururdu.
Kays b. Sa’d şunu anlatmıştır: Bir keresinde Hîre’ye gitmiştim. Orada insanların, şehrin başkanının makamına gidip önünde secde ettiklerini gördüm. Döndüğümde bunu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e anlattım ve: “Siz, secde edilmeye daha layıksınız” dedim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: “Kabrimi ziyaret ettiğinde secde edecek misin?” buyurdu. Ben de “Hayır” dedim. O zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “O halde yaşarken de secde etmemek gerekir” buyurdu.
Mu’avviz b. Afrâ’nın kızı Rebî’nin düğünü olurken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evlerine gitti ve gelin için hazırlanan yere oturdu. Evin kızları çevresine toplandılar ve defler çalarak Bedir şehidlerine mersiye okumaya başladılar.
Okumaya devam ederlerken “Aramızda bir Peygamber var ki, yarın ne olacağını bilir” diye bir mısra okudular. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem: “Bunu bırakın da daha önce söylediklerinizi söyleyin” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün tesadüfen güneş tutulmuştu. İnsanların hayallerinde canlandırdıkları bâtıl anlayışa göre; bir peygamberin güç ve kudretinin bir iki çarpmasıyla, en azından gökyüzündeki cisimlerde bir değişiklik meydana geleceğini vehmediyordu, işte bir tesadüf olarak aynı gün meydana gelen olayı da bu düşüncelerine bir işaret saydılar ve güneşin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in oğlunun ölümü sebebiyle matem tuttuğunu sandılar, insanlar arasmda efsaneleşmeyi ve onlar üzerinde otorite kurmayı isteyen peygamberlikten uzak kimseler için bu ele geçmez bir fırsat olabilirdi. Fakat peygamberliğin sânı ve gerçek değeri, böyle gerçekle ilgisi olmayan şeylerden yararlanmaktan çok ötedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem hemen o anda insanları mescidde topladı ve bir konuşma yaparak: “Ay ve güneşin tutulması Allah’ın kudretinin işaretlerindendir. Onların tutulmasının bir kimsenin hayatı veya ölümüyle alakası yoktur” buyurdu.
Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem abdest alıyordu. Mübarek elinden abdest suyu dökülürken vefakâr ve fedakâr sahabîler feyiz ve berkeket elde etme düşüncesiyle onu avuçlarına alıp vücutlarına sürüyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Neden böyle yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da: “Allah ve Allah Resûlü’ne duyduğumuz sevgiden dolayı yapıyoruz” dediler. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi Yüce Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Bir kimse Allah ile Peygamberi’ni sevme zevkine erişmek istiyorsa, konuşurken doğruyu söylesin, güvenli biri kabul edilerek kendisine bir emanet verilmişse emaneti korusun veya kimin komşusuysa onun komşuluk haklarını gözetsin.
Adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi. Konuşurken “Allah’ın dilediği, sizin dilediğinizdir” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adamı susturarak: “Sen beni Allah’a ortak ve denk yapıyorsun. Sadece Allah dilerse de” buyurdu.