Hz. Muhammed’in İnsanlara İyi Davranması ile Hz. Muhammed’in İnsaf Ve Adaleti hakkında bilgi bu sayfada derledik.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem o kadar cömert idi ki başkalarına vermek için bile borç para aldığı olurdu. Nitekim vefat ettiği dönemde bile kendi zırhını bir miktar buğday karşılığında bir yahûdîye rehin olarak vermişti. Ama her şart ve durumda insanlara iyi davranmaya, onlarla iyi ilişkilerde bulunmaya son derece önem verirdi. Medine’de zenginler genellikle yahûdîlerdi ve çoğu kere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlardan ödünç alırdı. Yahudiler çoğunlukla alçak karakterli ve katı insanlar olurlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu tür karaktersizliklerine sabrederdi.
Peygamber olmadan önce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kendileriyle ticarî ilişkisi bulunan kimseler, O’nun doğruluğunu ve insanî ilişikilerinin güzelliğini her zaman dile getirmişlerdir. Bu sıfatından dolayı Kureyşliler sözbirli-ği içinde O’na —doğruluk ve dürüstlüğüne kesin inanılan kişi anlamına gelen “el-Emîn” adını koymuşlardı. Peygamber olduktan sonra da Kureyş kendisine öfke ve kinle dolu olmasına karşın, servetleri için en güvenilir yer yine de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in eli ve evi olmuştu.
Araplar arasında Sâib (ra) adında bir tüccar vardı. Müslümanlığı kabul ederek, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi, insanlar övgü dolu sözlerle kendisin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e tanıttılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Ben onu sizden daha iyi tanıyorum.” buyurdu. Sâib (ra); “Anam babam feda olsun, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ticarette ortağımdı, işlerini her zaman pürüzsüz yapardı” dedi.
Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir kişiden bir miktar borç hurma aldı. Birkaç gün sonra o kişi alacağını istemek üzere geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ensardan birine, borcunu ödemesini emretti. En-sar, hurmaları verdi ama alacaklının verdiği kalitede değildi. Bunun üzerine aynı kalitede olmadığını belirterek almayı reddetti. Ensarî, “Allah Resûlü’nün verdiği hurmayı kabul etmiyor musun?” deyince, “Hayır kabul etmiyorum. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de adil davranmazsa, başka kimden adil olması beklenir” dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bu cümleyi duyunca gözlerinden yaşlar süzüldü ve: ‘Tamamen doğrudur” buyurdu.”
Birgün Hz. Peygamber saüallahu aleyhi vesellem’den alacağı olan bir bedevi geldi. Bedeviler genellikle yabanî kimselerdi. Nitekim o da son derece haşin bir ifadeyle konuşmaya başladı. Sahabe-i kiram bu küstah tavrından dolayı kendisini azarlayarak: “Kiminle konuştuğunun farkında mısın?” dediler. Bedevi de: “Ben hakkımı istiyorum” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Sizin onun yanında olmanız gerekir. Çünkü o haklıdır —alacaklının konuşmaya hakkı vardır—” buyurdu. Arkasından sahabe-i kiramın borcu ödemesini emretti ve o kişiye alacağından daha fazlasını verdirdi.
Bir savaşta Câbir b. Abdullah (ra) devesine binmiş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’Ie birlikte gidiyordu. Bindiği deve yavaş gidiyordu. Yorulunca daha da yavaşladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem deveyi ondan satın aldı. Parasını verirken yanındaki deveyle birlikte vererek “ikisi de senin olsun” buyurdu.[302] Aynı olay başka bir rivayette şu şekilde anlatılmıştır: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Yanında bir değnek varsa ver” dedi. O da verdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu değnekle deveye vurunca o kadar hızlı gitmeye başladı ki, bütün develeri geçti. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ondan bu deveyi, Medine’ye kadar binme haklanın devam etmesi şartıyla satın aldı. Mekke’ye ulaşınca Câbir b. Abdullah devenin parasını istedi. Allah Resulü, Bilal (ra)’e “Ona dört dinardan biraz fazla ver” buyurdu. NitekinvBilal (ra) dört dinarın üzerine bir kırat altın da ekleyerek fazlasıyla ödedi.
Bir cenaze getirildiğinde, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in herşeyden Önce, “Ölünün borcu var mı?” diye sorma adeti vardı. Eğer borçlu olduğunu öğrenirse, sahabe-i kirama, “Cenaze namazını kılın” buyurur, kendisi katılmazdı.
Bir gün birisinden ödünç bir deve aldı. Geri verirken ondan daha iyi bir deve verdi ve: “Borcunu en iyi şekilde ödeyenler, emin kimselerdir” buyurdu.
Bir gün birinden emanet olarak bir tas aldı. Kötü bir tesadüf eseri tas koybol-du. Bunun üzerine onun bedelini ödedi.
Her zaman şöyle buyururdu: “Borcumu ödemek için üzerimde taşıdığım para dışında üç günden fazla yanımda tek bir kuruş dahi tutmayı sevmem.”
Bedevilerden bir kasap, deve eti satıyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-seîlem, evde kuru hurma olduğunu sanarak, bir miktar kuru hurma karşılığında et satın aldı. Eve gelince kuru hurma olmadığını gördü. Dışarı çıkarak kasaba, “Kuru hurma karşılığında senden et almıştım ama baktım kalmamış” buyurunca kasap vâ-veylâyı kopardı ve “Vay bu sahtekârlıktır!” diye bağırdı. İnsanlar; “Allah Resulü sahtekârlık yapar mı?” diyerek onu susturmaya çalıştılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise: “Bırakın, konuşmaya hakkı var” buyurdu. Sonra kasaba dönerek; daha önce söylediği şeyi ona tekrar etti. Kasap da aynı şeyleri söyledi, insanlar yine onu böyle konuşmaktan menettiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Bırakın konuşsun, onun konuşma hakkı var” buyurdu ve bu cümleyi birkaç kez tekrarladı. Daha sonra onu ensardan bir kadına göndererek etin karşılığı olan hurmayı ondan almasını söyledi. Bedevi kasap kuru hurmayı alıp döndüğünde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ashabıyla birlikte oturuyordu. Hz. Peygamberin sallallahu aleyhi vesellem yumuşaklığından, bağışlayıcılığından ve insanlarla iyi ilişkisinden son derece etkilenmişti. Yüzüne uzun uzun baktıktan sonra: “Ey Muhammedi Allah senin mükâfaatını versin, etin karşılığını eksiksiz verdin ve çok iyi verdin” dedi.”
Bir keresinde Medine-i Münevvere’nin dışında küçük bir kervan konaklamıştı. Kervanda kırmızı renkli bir deve vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem oradan geçerken bu deveyi gördü ve fiyatını sordu. Oradakiler fiyatını söyleyince Hz. Peygamber pazarlık yapmadan fiyatı kabul etti ve devenin yularını tutarak şehre döndü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselîem ayrıldıktan sonra kervandaki adamlar; “Tanımadan, etmeden hayvanı teslim ediverdik” demeye başladılar. Kervândakiler yaptıkları bu akılsızlığa kızarak kendilerini suçlayıp durdular. Kervanda bir kadın vardı. “İçiniz rahat etsin. Alnı bu kadar aydınlık hiçbir insan görmedik” dedi. Yani böyle bir insan sahtekârlık yapmaz demek istedi. Akşamleyin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara yemek ve devenin bedeli kadar hurma gönderdi.”
Huneyn savaşında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bir miktar silaha ihtiyacı oldu. Safvân o zamana kadar kafirdi, kendisinde hayli zırh bulunuyordu. Allah Resulü ondan bir miktar zırh istedi. Safvân, “Ey Muhammedi Zorla mı almak istiyorsun?” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: “Hayır emanet olarak istiyorum, eğer birine zarar gelir veya kaybolursa fiyatını ödeyeceğim” buyurdu. Nitekim müslümanlara ödünç olarak kırk zırıh verdi. Savaştan sonra emanetleri geri verirken kontrol yapıldığında bazı zırhların olmadığı görüldü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine Safvân’a: “Senin birkaç zırhın eksik çıktı, onların bedelini al” buyurunca Safvân: “Ey Allah Resulü! Kalbimdeki duygular artık eskisi gibi değil —yani ben müslüman oldum, artık bedele ihtiyaç yok—” dedi.”
Hz. Muhammed’in İnsaf Ve Adaleti
Bir manastır, bir zaviye veya bir dergâha çekilip oturmuş kimselerin adil ve insaflı davranmaları çok kolaydır. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yüzlerce Arap kabilesine “dert anlatması ve onlarla her an ve her yerde binbir çeşit konularda konuşması, görüşmesi, anlaşması gerekiyordu. Bu kabilelerin birçoğu kendi aralarında düşmanlık bulunan kabilelerdi. Birinin arzusuna uygun karar verilse diğeri düşman olurdu. îslâmın yayılması gayesiyle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem daima kalpleri birleştirme, birbirinin arasını bulma yoluna giderdi. Bütün bu zorluk ve sıkıntılara rağmen Allah Resûlü’nün insaf ve adalet terazisinin kefesi hiçbir zaman bir tarafa ağır basmazdı.
Mekke’nin fethinden sonra bütün Arabistan’da sadece Tâif islâm idâresinin dışında kalmış, müslümanlğı kabul etmemişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem orayı da kuşattı. Ama onbeş yirmi gün sonra kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kuşatmayı kaldırmasından sonra ünlü kabile reislerinden Sahr, kuvvetlerini alarak gelip Tâif’i kuşattı. Şehir halkına o kadar baskı yaptı ki, sonunda barış yapmaya razı oldular. Sahr durumu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e haber verdi. Muğîre b. Şu’be es-Sekafî de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek: “Sahr halamı esir aldı” diye şikayette bulundu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Sahr’a haberci göndererek Muğîre’nin halasını evine göndermesini emretti. Daha sonra Benû Süleym kabilesinin temsilcileri geldi. Onlar kısa zaman öncesine kadar müslüman olmamış, inkarcılıkta devam ediyorlardı. Onlar da Sahr’dan yakınarak: “Bizim su kuyularımızı ele geçirdi, biz artık müslüman olduk. Su kaynaklarımız bize geri verilmeli” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sahr’a haberci göndererek: “Bir topluluk müslüman olunca artık can ve mal güvenliği içinde olacağından onlara su kaynaklarını geri ver” buyurdu. Sahr da bunu kabul etmek zorunda kaldı.
Olayı anlatan ravi şöyle der: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in her iki emrini de Sahr kabul etmek zorunda kalınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in “Sahr her iki durumda da yenilmiş oldu ve yaptığı Tâif kuşatması karşılığında hiçbir şey elde edemedi” diyerek yüzünün kızardığını gördüm.”
Manzum oğullarından bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kureyş’in şerefini düşünen bazı kimseler, cezadan vazgeçilmesini ve kadmm salıverilmesini istediler. Üsâme b. Zeyd (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in çok sevdiği biriydi. İnsanlar onu aracı yaparak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu kadını bağışlamasını istediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çok öfkelenerek: “Israil oğulları, Allah’ın emirlerini kimsesiz fakirlere uygulayıp eşraf suç işlediğinde bağışladıkları için helak oldular” buyurdu.”
Ebû Hadred el-Eslemî sahabedendi. Kendisi bir yahûdîye borçluydu. Üzerindeki elbisesinden başka hiçbirşeyi yoktu. O günlerde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber’e ordu göndermeyi düşünüyordu. Ebû Hadred, yahûdî-den borcunu ödemek için mühlet istediyse de yahûdî bunu kabul etmedi ve onu yakalayarak Hz. Peygamber’in huzuruna getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Ona borcunu öde” buyurdu. O da imkânsızlığını bildirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tekrar borcunu ödemesini söyledi. O yine imkânsızlığından bahsederek veremeyeceğini bildirdi ve: “Ey Allah Resulü! Hayber gazvesi yakındır, şayet oradan geri dönüşte elime birşeyler geçerse, borcum karşılığında buna vereyim” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tekrar: “Hemen öde” diye emretti. Nihayet şahabı entarisini çıkarıp verdi ve başındaki sarığı çözerek belden aşağısına bağladı.
îşte bu insaf, vicdan ve adalet sayesindedir ki, müslümanlar bir yana, Hz. Pey-gamber’in amansız düşmanı olan yahûdîler bile davalarını çözmesi için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in adalet divanına getiriyor[315]ve davaları kendi şeriatlarına uygun olarak karara bağlanıyordu. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu olay açıkça anlatılmıştır. îslâmdan önce Benû Nadîr ve Benû Kureyzâ yahûdîleri arasında senlik-benlik davası ve rekabet çok enteresan bir şekilde sürüyordu. Kureyzâ kabilesinden biri herhangi bir Nadîr’liyi öldürürse, o da öldürülürdü. Ama eğer bir Nadîrli bir Kureyzâlıyı öldürürse kan bedeli olarak yüz deve yükü kuru hurma verirdi, islâm döneminde böyle bir olay meydana gelince Kureyzâ kabilesi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gelip davacı oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de hemen Tevrat’ın ana maddesini oluşturan —cana can— hükmüne göre iki kabile arasında eşitlik sağlayarak kısas uygulanmasına karar verdi.
Adalet ve eşitliği uygulamanın en nazik olduğu nokta karar veren kişinin kendi hakkında bile adalet ve insaf ipini koparmamasıdır. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ganimet malı bölüştürüyordu. İnsanlar çevresine üşüşmüşlerdi. Adamın biri gelip Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünü kapartırcasına Önüne dikildi. Mübarek elinde ince bir çubuk vardı, onunla onu itti. Tesadüfen çubuk yüzüne değdi ve çizdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Gel benden bedelini al” buyurdu. Bunun üzerine o adam, “Ey Allah Resulü! Ben hakkımı bağışladım” dedi.
Ölüm döşeğinde Allah Resulü herkese ilân ederek şöyle buyurdu: “Eğer bende birinin alacağı varsa ve eğer ben birinin canına, malına veya namusuna zarar vermişsem, gelsin canım, malım ve namusum hazırdır. Eğer bir haksızlık yapmışsam, yaptığım haksızlığın karşılığını bu dünyada alsın” buyurdu. Kalabalık sessizliğe gömüldü. Sadece bir kişi birkaç kuruşluk alacağı olduğunu ileri sürdü. O da hemen kendisine orda ödendi.”