Feraiz İslâmi ilimlerden olup, miras hususunda hükümleri belirtir. Diğer bir değişle feraiz, İslâm hukukunda mîras taksimi için kullanılan ilmî terimdir.
Bu ilimle, ölen bir kimsenin arkasında bıraktığı malların nasıl taksim edileceği, kimin ne kadar mirasa sahip olacağı açığa çıkar. Zor fakat çok lüzumlu bir ilim olduğu için alimlerimiz nice çalışmalar yapmış ve feraizle ilgili kitaplar hazırlamışlardır.
İslâm miras hukukunun yani feraizin kendine has özellikleri vardır. Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
1 — ölen bir kimsenin anne ve babası daimla onun mirasçısıdır.
2 — ölen bir kimsenin erkek çocuğu mirastan iki hisse, kız çocuğu bir hisse alır.
3 — Normal şartlar altında hiç bir mirasçı, mirastan mahrum edilemez.
4 — Evlatlıklar mirasa hak sahibi değildirler.
5 — ölen bir kimsenin vasiyeti malının ancak üçte biri ile yerine getirilir. Geriye kalan kısmı mutlaka mirasçıların hakkı olarak dağıtılır.
İslâmiyet’te, mîras hukuku ile ilgili hususlar, ayrı bir ilim konusudur. Bu taksîmât, Allalhü teâlâ tarafından Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiştir. Buna ferâiz ilmi denilmektedir. Ferâiz, farz kelimesinin çoğulu olup, mirasta; vârislere tâyin olunan hisseler, paylar demektir. Âlimler, ferâiz ilmini: “Vefat eden kimsenin bıraktığı malın, kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını gösteren ilimdir” şeklinde tarif ettiler.
Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde en açık ve en geniş bildirdiği şey; ölüden kalan mirasın nasıl dağıtılacağıdır. Burada yapılacak işlerin çoğu farz olarak emrolunduğu için, hepsine ferâiz dendi. Zîrâ bu ilim nass yâni Kur’ân-ı kerîm ile sabittir. Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîfinde; “Ferâiz ilmini öğrenmeye çalışınız! Bu ilmi gençlere öğretiniz. Ferâiz ilmi, din bilgisinin yarısı demektir. Ümmetimin en önce unutacağı, bırakacağı şey bu ilim olacaktır” buyurdu. İlmin yarısı buyurulmasının sebebini âlimler; “İnsanın, bir dünyâ, bir de âhıret (ölümden sonraki) hayâtı vardır. Ferâiz ilmi, öldükten sonra kişiye ait olan bir takım hükümlerden de bahseder. Yine ferâiz ilmi, bir kimsenin vefatıyla geride bıraktığı malının vârislerine ihtiyarî olarak değil de, zarurî olarak doğmuş hakları olması sebebiyle intikâlidir” şeklinde açıklamışlardır.
Ferâiz ilmi, fıkhın yâni İslâm hukukunun bir bölümüdür. Fakat şeref ve fazîleti sebebiyle müstakil bir ilim dalı sayılmıştır. Bu ilmin, sayılamıyacak kadar âlimleri yetişti ve kitapları yazıldı. Emevî, Abbasî ve Osmanlılar zamanında, mîras taksimi, ferâiz ilmine göre yapıldı.
Ferâiz ilminin kaynakları; Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve icmâ-ı ümmet (Eshâb-ı kiramın ve müctehid âlimlerin sözbirliği)dir. Nisa sûresi 7-13. âyetleri ile 33. ve 176. âyetleri, mîras taksimindeki hak (hisse) sahiplerini açıklamaktadır. Bakara sûresi 180-182. ve 233 ile 240.âyetleri ve Mâide sûresi 106-108. âyetleri ve Enfâl sûresi 72-75. âyetlerinde mîras hukukunun genel hükümleri açıklanmaktadır. Bu âyet-i kerîmelerde mîras ve taksimat meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara azından da, çoğundan da farz edilmiş birer nasîb olarak, hisseler vardır.” (Nisa sûresi: 7) Câhiliyet devrinde kızlar, kadınlar ve çocuklar, mîras alamazlardı. O hak, ancak harbden ganîmet alan, yaşadıkları yerleri (memleketi) müdâfâ eden kimselere mahsusdu. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlüyle, kadın ve kızların mîrasdan men edilme âdeti kaldırılmış oldu.
“Mîras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa, kendilerini ondan (bir şey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alarak) güzel sözler de söyleyin.” (Nisa sûresi: 8) Bu emir nedb’e dâirdir. Yâni öyle yapılması mecburi değil, bir insanlık ve şefkat sadakasıdır.
“Arkalarında âciz ve küçük evlâdlar bıraktıkları takdirde onlara karşı (hâlleri ne olacak diye düşünüp) endişe edenler, (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirasçılar hakkında da aynı hissi taşımamaktan) saygı ile korksunlar. Allah’dan sakınsınlar, (Gerek vâsîler, gerek onların yanında bulunanlar hâtıra, gönüle bakmayarak) sözü dosdoğru söylesinler.” (Nisa sûresi: 9)
“Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Ve yakında onlar, alevli bir ateşe (Cehennem’e) gireceklerdir.” (Nisa sûresi: 10)
“Allah size (mîras hükümlerini şöylece) tavsiye (ve emr) eder: Evlâdlarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe, iki dişinin payı mikdârıdır. Fakat onlar (o evlâdlar) ikiden fazla kadınlar ise (ölünün) bıraktığının (terekenin) üçte ikisi onlarındır. (Kız evlâd) bir tek ise, o zaman (bunun) yarısı onundur. (Ölenin) çocuğu varsa ana ve babadan her birine terekenin altıda biri (verilir.) Çocuğu olmayıp da ona, ana ve babası mirasçı olduysa üçte biri anasınındır. (Erkek, kız) kardeşleri varsa o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler, ölenin) edeceği vasiyyet (in yerine getirilmesin) den veya borcundan (ödenmesinden) sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin, fayda cihetinden, size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bu hükümler ve hisseler) Allah’dan birer farizadır. Şüphesiz ki, Allah hakkıyla bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibi O’dur.” (Nisa sûresi: 11)
“Zevcelerinizin çocuğu yoksa terekesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terekesinden (düşecek hisse) dörtde birdir. (Fakat bu da) onların (zevcelerinizin) edecekleri vasıyyeti ve borcu edadan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte biri onların (zevcelerinizin)dir. Şayet çocuğunuz varsa, terekesinden sekizde biri edeceğiniz vasıyyet ve borc(un edâsın)dan sonra onlarındır. Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin (hakkı) altıda birdir. Eğer onlar bu (mikdârdan) çok iseler, o hâlde onlar, (ölünün) edeceği vasıyyet ve borc(un edasır)dan sonra üçte bîrde ortakdırlar. (Gerek vasıyyetde ve gerek borç ikrarında, mirasçılara asla) zarar verici olmamalıdır. (Bu emirler ve hükümler) Allah’tan (size) bir vasıyyettir. Allah (her şey) hakkıyla bilendir, halimdir (Cezayı geciktirirse de ihmâl etmez.)” (Nisa sûresi: 12
“(Habîbim) senden fetva (dînin hükmünü) isterler. De ki: “Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöylece) açıklar: Eğer (erkek veya kız) evlâdı (ve babası) olmayan bir erkek ölür, onun (ana-baba bir veya sâdece baba bir) bir tek kız kardeşi kalırsa, terekesinin yarısı onundur. Eğer (mîrasçı) erkek kardeş ise, çocuksuz (ve babasız) ölen kız kardeşinin (vefatıyla) bıraktığı (nın tamâmını alır.) Eğer (aynı şartlarla kalan) kız kardeş iki (veya daha ziyâde) ise, oğlan kardeşinin bıraktığının üçte ikisi(ni alırlar.) Eğer (yine aynı şartlarla mirasçılar) erkek ve kız kardeşler ise o zaman erkek için dişinin iki hissesi (vardır.) Allah size şaşırırsınız diye (dînimizin hükümlerini) açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nisa sûresi: 176) Eshâb-ı kiramdan Câbir bin Abdullah (radıyallahü anh) hasta olduğu zaman, Resûlullah efendimiz ziyaretine gitmişti. Hazret-i Câbir (radıyallahü anh); “Yâ Resûlallah! Ben kelâleyim (babasız ve evlâdı olmayan bir kişiyim.) Mîrasım ne olacak?” diye sordu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Ahkâmdan en son inzal buyrulan âyet-i kerîme budur.