Bütün eşyaların, olayların ve durumların hakikati Esmâ-i İlahiye”ye dayanır. Bütün esmâsı hüsna olan Rabbimizi tam tanımak, ancak eşya üzerinde okunan hem Celâlî hem Cemalî tecellileri bilmekle olur. O hem Müzeyyin”dir, hem de Azim”dir. Müzeyyin ismini, yeryüzünü rengârenk, değişik suretlerdeki çiçeklerle, denizin altını göz alıcı renk ve şekillerdeki balıklarla, bitkilerle, gökyüzünü parlak ve farklı renklerdeki Galaksilerle okuturken, bu güzel varlıkları çoklukla yaratıp, mevsimlerin değişmesi gibi muazzam icraatlarla da Azim ismini gösterir.
Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd; kâinatı Esma-i Hüsna”sına bir ayna, müsebbihlere bir zikirhâne, itaat eden kullarına bir mabed, askerlerine bir kışla ve şuur sahiplerine bir kitap olarak yaratan; her bir varlıkla, her olayla kendini kullarına tanıtan Cenab-ı Hakk”a mahsustur.
En güzel tesbih ve zikirlerin muallimi, ümmetin imamı, muttakilerin önderi; kâinatın sahibinin habibi ümmi peygamberine salat ve selam olsun.
Eserlerinde fiilleri, isimleri ve sıfatları okunan Rabbul-alemin”in Celâlî ve Cemâlî olarak iki tarz tecellisi vardır. Celal; kahrının ve azametinin tecellisi olup “haşmet, heybet ve kudret” gibi manaları içerirken, Cemal; lütuf ve ihsanı ile tecellisi olup “münezzeh ve mukaddes, güzellik ve şefkat” anlamlarını taşır.
Bu iki tarz tecelli iç içe olmakla beraber ön cephede bunlardan birisi daha çok görülür. Mesela kasırgalarda, dev dalgalarda, volkanik patlamalarda ya da bir insanın öfkesinde Celâlî tecelli okunurken; bir çiçekte, güneşli bir bahar sabahında, şefkatli bir dostun yardımında Cemâlî tecellilere şahitlik edilir.
Bütün eşyaların, olayların ve durumların hakikati Esmâ-i İlahiye”ye dayanır. Bütün esmâsı hüsna olan Rabbimizi tam tanımak, ancak eşya üzerinde okunan hem Celâlî hem Cemalî tecellileri bilmekle olur. O hem Müzeyyin”dir, hem de Azim”dir. Müzeyyin ismini, yeryüzünü rengârenk, değişik suretlerdeki çiçeklerle, denizin altını göz alıcı renk ve şekillerdeki balıklarla, bitkilerle, gökyüzünü parlak ve farklı renklerdeki galaksilerle okuturken, bu güzel varlıkları çoklukla yaratıp, mevsimlerin değişmesi gibi muazzam icraatlarla da Azim ismini gösterir.
İlahî isimlerin bütün nurlarına muhtaç olan insan celâlî tecellilerine “Subhanallah”, cemalî tecellilerine “Elhamdulillah” ile mukabelede bulunarak kalben de itminana kavuşmuş olur.
Dönüşümlü olarak bu iki tarz tecelliye maruz olan beşer kabz ve bast halleri ile yani daraltma ve genişletmeler ile hastalık ve sıhhat, sıkıntı ve afiyet, bela ve selamet gibi durumları yaşar. Tercihlerin de bir sonucu olarak ve her derecedeki insanın durumuna göre farklı bir şekilde gerçekleşen bu darlık ve genişliklerin sonuçları imtihanın sırrını ortaya koyar. Sıkıntılar karşısında sabır, tevekkül, teslim ve rızanın; ferahlık veren durumlarda hamd ve şükrün varlık veya yokluğu insanın mertebesini, nisbî hakikatini belirlemiş olur. Bu imtihanlar olmasa Ebu Cehil ve Ebubekirler belli olmayacak ve cehenneme belki itiraz edilebilecekti.
“And olsun, sizi biraz korku, biraz açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele”” (Bakara / 153) ayet-i celilesinin de haber verdiği gibi, soru hükmündeki bu imtihanların cevabını “sabır” olarak verenler müjdeyi hak edenlerdir. Bu darlıklara sadece Allah”ın gazabı olarak bakma yanlış olur; çünkü belaların en büyüğü peygamberlere gelmiştir. Nasıl ki imtihanlarda, eğitim durumuna göre sorular farklı olur, insanların da en büyüklerine en zor sorular sorulmuştur. Her bela aynı hikmetle insanı bulmadığı gibi, imtihanının sonucu da farklı olabilir. Kiminin terakkisine sebep olabilirken kiminin de tedennisine vesile olabilir. Birçok veçhesi olan bu durumlar sınırlı ilmimizle anlayamayacağımız kader konusuna girer.
Yaşattığı darlıklar Yahudilerin dediği gibi (haşa) ne O (CC)”nun cimriliğinden ne de şefkâtsizliğindendir.
“Yahudiler “Allah”ın eli sıkıdır” dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O”nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder…” (Maide / 64)
Mesela mümine mutlak iradesi, hikmeti ve lütfu ile darlıklar yaşatır. Ta ki onun kalbinde Allah”tan başkasına yer kalmayıncaya, masivadan uzaklaşıncaya ve Rabbine kavuşmayı arzular hale gelinceye kadar. Fakat bazen nefsi “an”a kilitlenip feryat edebilir ya da Erhamurrahimin”in ebedi hayatı da içine alan fotoğrafın bütününü görebildiğini unutur ve Rabbani bir iltifat olan bu sıkıntıların, hak edilen daha büyük cezaların önüne geçmiş olabileceği ihtimalini aklına getirmez. Oysa Rabbi onu lütfu ile gazabından kurtarmıştır. Bu durum bir çobanın sürüsüne, başka bahçelere girmemesi için küçük bir taş atarak, öfkeli bahçe sahibinin daha büyük taşlarından korumasına benzer.
İnsanlara verilen genişlikler de bir yönü ile mükâfat iken “Şükür mü edecek nankörlük mü?” diye bir sorudur aynı zamanda. Allah”ı inkâr eden ve isyan eden birine verilen genişlikler “hak ettikleri gibi” bu nimetlerle cezalarının artması kastıyla da olabilir.
“Ayetlerimizi yalanlayanları hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız. Onlara mühlet veriyorum; Çünkü benim tuzağım sağlamdır.” (A”raf / 182-183)
Kuvvelerine sınır konulmamış, unutkan insanın istikameti, terbiyesi ve terakkisi için darlık ve genişlik gibi zıtlıklara maruz kalmasının önemine vurgu yapan Üstad şunları söyler:
“Celali ve Cemali tecelliler vicdana tecelli edince havf ve reca husule gelir. İrşadın iktizasındandır ki havf ve reca arasındaki muvazene devamla muhafaza edilsin ki reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile de eğri yollara gidilmesin; ne Allah”ın rahmetinden me”yus, ne de azabından emin olunsun.”(1)
Cenab-ı Hak yeryüzüne Celâlî ve Cemalî tecellileriyle bir denge vermiş. Ecel vaktini ve kıyamet saatini kullarına bildirmeyerek onları ümitsizlik ve gafletten korumuş, böylece dinî ve dünyevî sorumluluklarını yerine getirebilme noktasında yardım etmiştir. Vadettiği veya peşinen verdiği ödül ve cezalarla hem bu dünyasının hem de ebedi hayatının muhafazası için yol göstermiş ve böylece nefis ve şeytanla mücahedeye alıştırmıştır.
Darlık ve sıkıntılara maruz kalan insan çaresiz, huzursuz bir ruh halinde korku içine; genişlikte ise ferahlanıp, imtihan dünyasındaki bu nimetlerin fani olduklarını unutarak, kalben yanlış ve fazlaca ümit içine girer. İşte unutkan ve nankör insanın bu noktalara saplanmaması için kabz ve bast halleri dönüşümlü olarak birbirini takip eder. Bedeninin hayatı, vücuda kanı pompalayan kalbin daralma ve genişlemesine bağlanmış; korkuyla daralıp ümitle genişleyerek manevi kalbin hayatının devamlılığı sağlanmıştır. Böylece ne insanın acziyeti ne de Allah”ın Rahmeti ona unutturulmamış olur. Sürekli korku hali insan fıtratını bozacağı gibi sürekli ümit hali de fıtratı bozar.
Bu iki durum insanın istikameti için gerekli iken, birinin artması halinde yeni sorunlarla karşılaşılabilir. Nasıl ki her hastalığın ilacı belli bir dozdan fazla alınması başka bir hastalığa sebep olabilir, derman iken dert olur. Onun gibi nefis için gerekli olan, korku ve ümidin bir tarafında değil de arasında olmak, vasat olmak, abid olmak insanın kurtuluş yoludur.
Eğlence odaklı yaşantıyı tarz haline getiren günün insanına, korku ve ümit arasında olmak çok anlamsız ve can sıkıcı gelir. Ahiret inancından uzak insanların dünyevi hedeflerini, kendi hedeflerinin arasına katarak bir karmaşa yaşayan Müslümanlar, kulluk için yaratıldıklarını unutup böyle bir yanlışlık içine düşebiliyorlar. O insan bilmez veya unutur ki; imtihandaki insan rahatı aramamalı, rahatlık imtihandan sonraya bırakılmalı, imtihanda rahatlık arayanların sonu pişmanlıktır.
Celal ve İkram sahibi Rabbimiz “Hem korku hem de ümit halinde rabbinize dua ediniz” (A”raf / 56) emri ile bizi her durumda istikamete davet eder. Rahmeti gazabını geçmiş olandan ümit edilir fakat gazabının olduğu da unutulmaz. Allah”ı en çok tanıyanlar O”ndan (CC) en çok korkup gazabından rahmetine sığınanlardır. O”ndan (CC) korkmak (haşa) şefkatsiz, adaletsiz olan birinden korkmak değil “O”nun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir.”(2) Tıpkı bir çocuğun annesinin tokadından korkup yine kucağına sığınması gibi…
Bir talim yeri olan bu dünyada musibete düşen mü”min, Allah”ın Rububiyetini evvelden kabul ettiğini unutmayarak sabırla dua etme vaktinin geldiğini bilir. Genişlik zamanında da gaflete dalmadan, nimetlerin sarhoş edici cazibesinden kalbini uzak tutarak şükre sarılır. Manen terakkinin ancak böyle mümkün olabileceğine inanır.
Mürşidimiz (SAV) bu konu hakkında şöyle buyurur:
“Mü”minin işine şaşarım. Çünkü onun işleri tamamen kendisi için hayırdır. Bu da ancak mü”mine özgüdür; çünkü o sevindirici bir şey ile karşılaşınca şükreder, bu kendisi için hayır olur; zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da kendisi için hayır olur.”” (Müslim, Zühd / 64)
Hakiki tevhid sahibi mü”min, rabbinin her işinin altındaki mührünü, imzasını iyi görür. Hem o imzanın O”na (CC) ait olduğunu hem de O”nun Hakim, Rahim, Adil, Kerim, Latif olduğunu ve bunun için her işinin güzel olduğunu bilir. Kulluğa kilitlenip, darlıklara ve genişliklere doğru anlamları yükler. Hayır bilip olmasını istediği bazı şeylerin, kendisi için şer olabileceği; şer bildiği bazı şeylerin kendisi için hayır olabileceği ihtimalini unutmaz ve sonuca razı olur. Asıl hayrın her şeyin Erhamurrahim”in iradesiyle, rahmetiyle gerçekleştiğine yine yeniden iman edip her durumda O”nun rızasını hedefinden hiç çıkarmadan salih amel işlemek olduğuna inanır.
Elhamdulillahirabbilalemin.
(1) İşarat”ül İ”caz: Bakara:6. Ayetin tefsiri
(2) Sözler: 24. Söz, 5. dal
Nevin Yapıcıoğlu / Nisanur Dergisi